ÜNİVERSİTEDEN
BAKIŞ
Prof.Dr. Mustafa Altıntaş
ÖNCE KUTSANAN, SONRA DÜŞMANLAŞTIRILAN PKK
Türkiye, “kifayetsiz - muhterislerce”
itelendiği iç savaşta, her gün yeni öldürümler ve yıkımları yaşamakta. Bu yazı
için bilgisayarın başına oturduğumda, 40 günün bilançosuna baktığımızda 42
güvenlik görevlisinin şehit, 13 sivil ve 47 si PKK’lı olarak duyurulan
ölümlerin olduğunu görmekteyiz. Bu iç savaşın taraflarından olan Devletlüler, “güvenlik bölgeleri” ile “sokağa çıkma yasakları” ilan
edip-dururken, Kandil denetimindeki taraf ise, “özerklik ilan edilen il ve ilçe” sayılarına hergün bir yenisini
eklemektedir. Halkın yükselen öfkesinin derecesine bağlı olarak da,
şehitlerimizin cenaze törenine, bu sonuçlardan sorumlu olan politika esnafının
katılım derecesi de yükselmekte, kimi grupların “şehitler ölmez-vatan bölünmez” söylemi ile, toplumun gazı alınmak
istenilmektedir. Geleceğini kan ve ateşin yükselmesinden bekleyenler ise, her
şehit cenazesini, politik rant devşirme fırsatına dönüştürmek yarışına
katılmakta.
Yalnız kan akmamakta, iç savaşın
yıkıntıları görünmemekte. Gönenç için kullanılması gereken özdeksel kaynaklar
ile üretimin olmazsa olmazı olan
insangücü yitmemekte, aynı zamanda da, ekonomi siyasal belirsizliğin
yıkımına uğratılmaktadır. Türkiye’nin, yabancılar açısından can güvenliği
açısından duyarlı bölge olarak ilan edilmesi, ekonomimizin ve istihdamımızın
önemli kalemlerinden olan turizm gelirlerimizi olumsuz etkilemekte, yabancı
yatırımcılar bir yandan ülkemize gelmekten cayarken, öte yandan da varolan
yatırımlarını başka barış içindeki limanlara aktarma çabası iuçine girmekteler.
İç savaşın tırmandırılması ve Cumhurun Başkanı olduğu savını yineleyip duran
Erdoğan, güvenlik güçlerince öldürülen bölge insan sayısından siyasal rant
olarak olarak yararlanmaya dönüştürürken, yenilenecek seçimin başlıca kozu
durumuna getirirken, 2010’dan başlayarak hızlanan bölgesel kitlesel turizmi de
bıçak gibi kesmiştir. Artan yerli ve yabancı turizm hareketleri nedeni
ile yapılmış olan turizm tesislerinin boşalması, terörün yanına, ekonomik
bunalımı da eklemiş bulunmaktadır. Terörün neden olduğu işsizlik ise, yeni
terörist adaylarının devşirileceği uygun fidelik olarak karşımızda
durmaktadır.
Kendisine, “hükümeti kurmamak üzere hükümet kurma turları düzenleme” görevi
verilen Davutoğlu ise, “başarılı nafile
turları” nı tamamlamış olmasına karşın, hükümeti kurma görevini gasp
ederek, elinde sımsıkı tutmakta ve 45 günün dolmasını buyuran muktedirin
emrinin gereğini yapmaktadır. Anayasa çerçevesindeki görevini başarıya
götürmemiş, ancak “hükümeti kurmama
başarısını” gerçekleştirmiş olan
Davutoğlu, bir yandan “gerekirse
çocuklarımızı feda ederiz”, üç şapkalı Erdoğan bir yandan “Tanrıya yakın yükseklikteki cami
açılışından yararlanarak yeniden seçim nutku atar”, Trabzon’daki cenazede “ne mutlu şehit ailesine, ne mutlu onun
yakınlarına” derken, kendilerinin ve yakınlarının çocuklarını sıkı sıkıya
korumakta, çelik tabutlar içinde gelen “analarının
kuzuları” arasında, bunları “savaşa
gönderenlerin” çocuklarına, yakınlarına rast gelinmemektedir. Bu durum
karşısında Davutoğlu ve Erdoğan’ın,
vb.lerinin çocukları, yakınları “hayırsızlardan”
olmalı ki, analarını, babalarını, yakınlarını “mutlu kılacak(!)”, çelik tabutlar içinde dönme fırsatlarını,
kimileri sahte raporlarla, kimileri para ödeyerek kullanmıyorlar. Anlaşılıyor
ki, savaşa gönderenlerin çocuklarının ne ailelerini “şehit ailesi olarak mutlu etmeye”, “ne peygamberlikten sonraki en yüce
makam olarak öykündürülen şehitlik şerbetini içmeye”, “ne de makamların yücesi
olan şehitlik makamına tırmanmaya” niyetleri pek de yok.
İktidar ve muktedir bununla da yetinmemekte.
Başbakanlığı bile korsan konuma düşmüş Davutoğlu, Cumhurbaşkanlığını üzerinden
atarak, eylemleri ile “Başkanlığa” dönüştürdüğünü
açıklayan ve Anayasanın buna uydurulmasını isteyen Erdoğan’ı “Cumhurbaşkanımıza
sadakat mezara kadar” diyerek,
demokratlığını kimselere bırakmayan bir milletvekili ise “ebedi liderimiz” diye selamlamaktadır. İşin ilginci bütün bunların,
Erdoğan’ı, Davutoğlu’nu ve sadık kullarını demokrasiden, meşruiyetten uzağa
düşürmekte olduğunun ayırdında bile değiller.
Muhalefet partileri ise, bu nafile
turlarda kendileri için biçilmiş olan roldeki görevlerini yerine getirirken, 1
Ekim’e kadar da TBMM’ni devreye sokmak konusunda da bir girişimde
bulunmamaktalar. TBMM üyelerinin sergilediği kayıtsızlığı ve tatlı tatillerini
bozmama hallerini izlerken, ilk paragraftaki gelişmelerin ve iç savaşın
gerçekliği konusunda insan kuşkuya düşüyor.
Başlığa dönüyorum. Erdoğan ve tayfasının
siyasal ömrü - tamamlanıncaya kadar da sürecek bu- önce putlaştırdıklarını,
sonra taşa tutmak ile tanımlanabilir. Başlangıçta “aynı yolları birlikte yürüyorlar, aynı yağmurda birlikte ıslanıyorlar,
herşey putlaştırdıklarını anımsatıyor”. Tam muktedir konuma geldiklerini
düşündüklerinde ise, putlaştırdıklarına karşı “istikbal ve istiklal savaşı” açıyorlar. Önce putlaştırdıkları Gülen
ve Cemaati ile, ödüllendirdike savcı ve yargıçları taşa tuttuklarını, Esad’ı
Esedleştirmelerini, IŞİD’i şeytanlaştırdıklarını anımsıyorsunuzdur. Ben burada,
en son taşa, bombaya,ateşe tuttukları PKK-Öcalan hakkındaki önceki söyleyişlerini
sıralamak isterim:
-
PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan bana söylesin – Erdoğan
-
Kürtçe yasağını biz kaldırdık. Bana Serok Ahmet diyorlar- Davutoğlu
-
PKK birkaç Mehmet’i şehit etti diye Meclisi toplayamayız- Hüseyin Çelik-Milli
Eğitim Eski Bakanı
-
Sayın Erdoğan demeyi ve PKK Bayrağı açmayı suç olmaktan çıkarttık - Arınç
-
Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemiz- Beşir Atalay
-
Öcalan’ın olayları okuma ve anlama tecrübesi var- Akdoğan
-
Öcalan dünyanın geleceğini çok iyi okuyor – AKP MV Yasin Aktay
-
Öcalan’ın çok geniş bir prestij alanı var. Nadir insanlardan birisi – Mahçupyan
-
ÖCALAN TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ AÇIYOR- Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı Yiğit Bulut
Bunun tek nedeni var. Biat kültüründen
gelenler, başkalarının da kendilerine boyun eğmelerini, isteklerinin dışına
çıkmamalarını isterler. Çizgi dışına çıktıklarında ise, “kıyamete kadar sürecek kin ve nefretlerini” kusmaktan kendilerini
alamıyorlar. PKK, KCK’nın tek suçu, HDP’nin barajı aşarak, AKP’yi iktidardan
düşürmesi, Erdoğan’ın başkanlık düşünü paramparça etmesidir. Bunu Akdoğan,
Sağlık Bakanı şöyle dillendiriyor : “HDP, seçimde başarı sağlayarak, çözüm
sürecine ihanet etmiştir. Baraj için süreci feda etti” demekteler. Sağlık sorunlarını, sağlık
çalışanlarının sorunlarını giderme yerine, yaşanmakta olanları ve dökülen
kanları, yiten canları, yaratılan yıkımları 2010’a dayandıran bir de Sağlık
Bakanı Müezzinoğlu var. Müezzinoğlu Trkiye’nin yangın yerine dönmesin,i 10
Ağustos 2014’de yapılan Cumhurbaşkanı seçimine bağlamakta ve “başkan seçmiş olsaydık Türkiye’de kaos yaşanmayacaktı” diyebilmekte
ve böylece de bu savaşın Erdoğan’ın başkan oluncaya kadar süreceğini söyleyebilmektedir.
Yani, Türkiye’yi 1990’lardaki kan gölüne, hukukun askıya alınmasına, insan
haklarının ortadan kaldırılmasına, kıyamete kadar küçük kıyametlere neden olan
PKK-KCK-Kandil’in başkaldırısı olmadığını Başbakan Yardımcıları, Bakanlar açık
açık söylüyorlar. Bu nedenle PKK, KCK ve Kandil’e silahları bırakan çağrısını
yapmanın bir yararı bulunmamaktadır. Çünkü, kışkırtılan ve yaygınlaştırılan
kandan ve gözyaşından beklenen, “anaların
ağlamasını sonlandırmak” olmayıp, AKP’yi tek başına iktidar ve Erdoğan’ı da
başkan yapmaktır. Kıyamete kadar sürdürülmesi amaçlanan da bu sonuca varmaktır.
Tıpkı 12 Eylül 1980 Darbesi ile, bıçak gibi kesilen terörde olduğu gibi. Bu kin ve nefretlerinin bedelini ise,
kendilerinin değil, çoğu laik kesimden gelen “anaların kınalı kuzuları” ölerek ödemektedirler. Siyasal
İslamcıların giderek zenginleşmeleri onların da paralı askerlikten
yararlanarak, vatan görevinden yakalarını kurtarmalarına neden olurken,
askerlik görevi yoksul-laik ailelerin “analarının kuzularına” kalmış
görünmektedir. Cenaze görüntülerine iyi baktığınızda, siyasal-dinci örtünmenin
değil de, geleneksel örtünmenin ve uygar görünümlerin yoğunlukta olduğunu
görebilmekteyiz. TBMM bu kan ve gözyaşına engel olmak istiyorsa, tabutlar
başında timsahın gözyaşını dökme sahteciliğini bırakarak görev başı yapmalıdır.
Yoksa bu yaygınlaştırılan kin, nefret, kan ve gözyaşları içinde onlar da
boğulmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır.20.08.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder