21 Ağustos 2015 Cuma

ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
Prof.Dr. Mustafa Altıntaş

ÖNCE KUTSANAN, SONRA DÜŞMANLAŞTIRILAN PKK

Türkiye, “kifayetsiz - muhterislerce” itelendiği iç savaşta, her gün yeni öldürümler ve yıkımları yaşamakta. Bu yazı için bilgisayarın başına oturduğumda, 40 günün bilançosuna baktığımızda 42 güvenlik görevlisinin şehit, 13 sivil ve 47 si PKK’lı olarak duyurulan ölümlerin olduğunu görmekteyiz. Bu iç savaşın taraflarından olan Devletlüler, “güvenlik bölgeleri” ile “sokağa çıkma yasakları” ilan edip-dururken, Kandil denetimindeki taraf ise, “özerklik ilan edilen il ve ilçe” sayılarına hergün bir yenisini eklemektedir. Halkın yükselen öfkesinin derecesine bağlı olarak da, şehitlerimizin cenaze törenine, bu sonuçlardan sorumlu olan politika esnafının katılım derecesi de yükselmekte, kimi grupların “şehitler ölmez-vatan bölünmez” söylemi ile, toplumun gazı alınmak istenilmektedir. Geleceğini kan ve ateşin yükselmesinden bekleyenler ise, her şehit cenazesini, politik rant devşirme fırsatına dönüştürmek yarışına katılmakta.

Yalnız kan akmamakta, iç savaşın yıkıntıları görünmemekte. Gönenç için kullanılması gereken özdeksel kaynaklar ile üretimin olmazsa olmazı olan  insangücü yitmemekte, aynı zamanda da, ekonomi siyasal belirsizliğin yıkımına uğratılmaktadır. Türkiye’nin, yabancılar açısından can güvenliği açısından duyarlı bölge olarak ilan edilmesi, ekonomimizin ve istihdamımızın önemli kalemlerinden olan turizm gelirlerimizi olumsuz etkilemekte, yabancı yatırımcılar bir yandan ülkemize gelmekten cayarken, öte yandan da varolan yatırımlarını başka barış içindeki limanlara aktarma çabası iuçine girmekteler. İç savaşın tırmandırılması ve Cumhurun Başkanı olduğu savını yineleyip duran Erdoğan, güvenlik güçlerince öldürülen bölge insan sayısından siyasal rant olarak olarak yararlanmaya dönüştürürken, yenilenecek seçimin başlıca kozu durumuna getirirken, 2010’dan başlayarak hızlanan  bölgesel kitlesel  turizmi de  bıçak gibi kesmiştir. Artan yerli ve yabancı turizm hareketleri nedeni ile yapılmış olan turizm tesislerinin boşalması, terörün yanına, ekonomik bunalımı da eklemiş bulunmaktadır. Terörün neden olduğu işsizlik ise, yeni terörist adaylarının devşirileceği uygun fidelik olarak karşımızda durmaktadır.   

Kendisine, “hükümeti kurmamak üzere hükümet kurma turları düzenleme” görevi verilen Davutoğlu ise, “başarılı nafile turları” nı tamamlamış olmasına karşın, hükümeti kurma görevini gasp ederek, elinde sımsıkı tutmakta ve 45 günün dolmasını buyuran muktedirin emrinin gereğini yapmaktadır. Anayasa çerçevesindeki görevini başarıya götürmemiş, ancak “hükümeti kurmama başarısını”  gerçekleştirmiş olan Davutoğlu, bir yandan “gerekirse çocuklarımızı feda ederiz”, üç şapkalı Erdoğan bir yandan “Tanrıya yakın yükseklikteki cami açılışından yararlanarak yeniden seçim nutku atar”, Trabzon’daki cenazede “ne mutlu şehit ailesine, ne mutlu onun yakınlarına” derken, kendilerinin ve yakınlarının çocuklarını sıkı sıkıya korumakta, çelik tabutlar içinde gelen “analarının kuzuları” arasında, bunları “savaşa gönderenlerin” çocuklarına, yakınlarına rast gelinmemektedir. Bu durum karşısında  Davutoğlu ve Erdoğan’ın, vb.lerinin çocukları, yakınları “hayırsızlardan” olmalı ki, analarını, babalarını, yakınlarını “mutlu kılacak(!)”, çelik tabutlar içinde dönme fırsatlarını, kimileri sahte raporlarla, kimileri para ödeyerek kullanmıyorlar. Anlaşılıyor ki, savaşa gönderenlerin çocuklarının ne ailelerini “şehit ailesi olarak mutlu etmeye”, “ne peygamberlikten sonraki en yüce makam olarak öykündürülen şehitlik şerbetini içmeye”, “ne de makamların yücesi olan şehitlik makamına tırmanmaya” niyetleri pek de yok.

İktidar ve muktedir bununla da yetinmemekte. Başbakanlığı bile korsan konuma düşmüş Davutoğlu, Cumhurbaşkanlığını üzerinden atarak, eylemleri ile “Başkanlığa” dönüştürdüğünü açıklayan ve Anayasanın buna uydurulmasını isteyen Erdoğan’ı  “Cumhurbaşkanımıza sadakat mezara kadar” diyerek, demokratlığını kimselere bırakmayan bir milletvekili ise “ebedi liderimiz” diye selamlamaktadır. İşin ilginci bütün bunların, Erdoğan’ı, Davutoğlu’nu ve sadık kullarını demokrasiden, meşruiyetten uzağa düşürmekte olduğunun ayırdında bile değiller.

Muhalefet partileri ise, bu nafile turlarda kendileri için biçilmiş olan roldeki görevlerini yerine getirirken, 1 Ekim’e kadar da TBMM’ni devreye sokmak konusunda da bir girişimde bulunmamaktalar. TBMM üyelerinin sergilediği kayıtsızlığı ve tatlı tatillerini bozmama hallerini izlerken, ilk paragraftaki gelişmelerin ve iç savaşın gerçekliği konusunda insan kuşkuya düşüyor.

Başlığa dönüyorum. Erdoğan ve tayfasının siyasal ömrü - tamamlanıncaya kadar da sürecek bu- önce putlaştırdıklarını, sonra taşa tutmak ile tanımlanabilir. Başlangıçta “aynı yolları birlikte yürüyorlar, aynı yağmurda birlikte ıslanıyorlar, herşey putlaştırdıklarını anımsatıyor”. Tam muktedir konuma geldiklerini düşündüklerinde ise, putlaştırdıklarına karşı “istikbal ve istiklal savaşı” açıyorlar. Önce putlaştırdıkları Gülen ve Cemaati ile, ödüllendirdike savcı ve yargıçları taşa tuttuklarını, Esad’ı Esedleştirmelerini, IŞİD’i şeytanlaştırdıklarını anımsıyorsunuzdur. Ben burada, en son taşa, bombaya,ateşe tuttukları PKK-Öcalan hakkındaki önceki söyleyişlerini sıralamak isterim:

- PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan bana söylesin – Erdoğan
- Kürtçe yasağını biz kaldırdık. Bana Serok Ahmet diyorlar- Davutoğlu
- PKK birkaç Mehmet’i şehit etti diye Meclisi toplayamayız- Hüseyin Çelik-Milli Eğitim Eski Bakanı
- Sayın Erdoğan demeyi ve PKK Bayrağı açmayı suç olmaktan çıkarttık - Arınç
- Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemiz- Beşir Atalay
- Öcalan’ın olayları okuma ve anlama tecrübesi var- Akdoğan
- Öcalan dünyanın geleceğini çok iyi okuyor – AKP MV Yasin Aktay
- Öcalan’ın çok geniş bir prestij alanı var. Nadir insanlardan birisi – Mahçupyan
- ÖCALAN TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ AÇIYOR- Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı Yiğit Bulut

Bunun tek nedeni var. Biat kültüründen gelenler, başkalarının da kendilerine boyun eğmelerini, isteklerinin dışına çıkmamalarını isterler. Çizgi dışına çıktıklarında ise, “kıyamete kadar sürecek kin ve nefretlerini” kusmaktan kendilerini alamıyorlar. PKK, KCK’nın tek suçu, HDP’nin barajı aşarak, AKP’yi iktidardan düşürmesi, Erdoğan’ın başkanlık düşünü paramparça etmesidir. Bunu Akdoğan, Sağlık Bakanı  şöyle dillendiriyor : “HDP, seçimde başarı sağlayarak, çözüm sürecine ihanet etmiştir. Baraj için süreci feda etti”  demekteler. Sağlık sorunlarını, sağlık çalışanlarının sorunlarını giderme yerine, yaşanmakta olanları ve dökülen kanları, yiten canları, yaratılan yıkımları 2010’a dayandıran bir de Sağlık Bakanı Müezzinoğlu var. Müezzinoğlu Trkiye’nin yangın yerine dönmesin,i 10 Ağustos 2014’de yapılan Cumhurbaşkanı seçimine bağlamakta ve “başkan seçmiş olsaydık  Türkiye’de kaos yaşanmayacaktı” diyebilmekte ve böylece de bu savaşın Erdoğan’ın başkan oluncaya kadar süreceğini söyleyebilmektedir. Yani, Türkiye’yi 1990’lardaki kan gölüne, hukukun askıya alınmasına, insan haklarının ortadan kaldırılmasına, kıyamete kadar küçük kıyametlere neden olan PKK-KCK-Kandil’in başkaldırısı olmadığını Başbakan Yardımcıları, Bakanlar açık açık söylüyorlar. Bu nedenle PKK, KCK ve Kandil’e silahları bırakan çağrısını yapmanın bir yararı bulunmamaktadır. Çünkü, kışkırtılan ve yaygınlaştırılan kandan ve gözyaşından beklenen, “anaların ağlamasını sonlandırmak” olmayıp, AKP’yi tek başına iktidar ve Erdoğan’ı da başkan yapmaktır. Kıyamete kadar sürdürülmesi amaçlanan da bu sonuca varmaktır. Tıpkı 12 Eylül 1980 Darbesi ile, bıçak gibi kesilen terörde olduğu gibi. Bu kin ve nefretlerinin bedelini ise, kendilerinin değil, çoğu laik kesimden gelen “anaların kınalı kuzuları” ölerek ödemektedirler. Siyasal İslamcıların giderek zenginleşmeleri onların da paralı askerlikten yararlanarak, vatan görevinden yakalarını kurtarmalarına neden olurken, askerlik görevi yoksul-laik ailelerin “analarının kuzularına” kalmış görünmektedir. Cenaze görüntülerine iyi baktığınızda, siyasal-dinci örtünmenin değil de, geleneksel örtünmenin ve uygar görünümlerin yoğunlukta olduğunu görebilmekteyiz. TBMM bu kan ve gözyaşına engel olmak istiyorsa, tabutlar başında timsahın gözyaşını dökme sahteciliğini bırakarak görev başı yapmalıdır. Yoksa bu yaygınlaştırılan kin, nefret, kan ve gözyaşları içinde onlar da boğulmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır.20.08.2015




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder