ÜNİVERSİTEDEN
BAKIŞ
Prof.Dr.Mustafa
Altıntaş
BARIŞ İSTENCİ VE
DİRENCİ , SAVAŞ TAMTAMLARINI SUSTURMALI
5 Haziran’daki HDP’nin Diyarbakır’daki
meydan mitingine yönelik bombalı saldırının gölgesinde gerçekleşen Haziran
Seçimi, kendisini “Türkiye Partisi” biçiminde tanımlayan HDP’nin utkusu ile
sonuçlandı. Beklenen, bu sonucun, 30 yılı aşkın bir süredir örtük bir biçimde,
zaman zaman sıcak çatışmalara konu olan “Kürt Sorunu”nun, sonlandırılmasında
bir fırsata dönüştürülmesi idi. Ancak buna izin ve olanak verilmedi. 20
Temmuz’da, Suruç’ta, Kobani Kantonunu
yeniden yapılandırmaya katkıda bulunmak amacı ile yola çıkan 32 sosyalist gencin
katledilmesi sonrasında başlayan terör ve terörü önlemeye yönelik olarak
güvenlik güçlerinin önlemleri, Doğu ve G.Doğu Anadolu’yu yeniden sıcak
çatışmaların alanına dönüştürdü. ABD ile Hükümet arasında, başta İncirlik olmak
üzere bazı üslerin, ABD ve müttefiklerinin kullanımına açılmasını fırsat bilen
yerli savaş ve siyaset baronları, şimdilik Öcalan’ı “benim teröristim iyidir” diyerek övgülere boğarken, önderi olduğu
ve 2008’den bu yana onlarca görüşme ve mutabakatta “taraf” olan PKK ve Kandil’i ortadan kaldırılması gereken düşman
olarak ilan ederek, topyekun savaş açmıştır.
1999’da Türkiye’ye paketlenerek
gönderilen Öcalan, özellikle 2002 ve sonraki seçimlerde, milliyetçi-muhafazakar
gömleği giyen siyaset bezirganlarının malzemesi kılınmıştır. Milliyetçi-muhafazarlıkta
yarış içine giren partiler, “asmadın-sen
as” kavgasında birbirlerine yağlı urgan fırlatırken, bu kez de, Kürt
siyasal harekete karşı “Öcalan olsaydı
sizi önüne katıp kovalardı” biçiminde kullanır oldu.
Önceki yazılarımda, 7 Haziran seçimi
sonrası doğan umutların, neden ve kimler eliyle karabasana
dönüştürüldüğünü açıklamaya çalışmıştım.
Umudun yeşerticisi, AKP’yi, onüç yıllık tek başına iktidar tahtından indiren
HDP’nin, parti olarak katıldığı ilk seçimde barajı aşarak, 80 milletvekili ile
TBMM’ne giren HDP olmuştur. HDP’nin bu başarısı, öteki muhalefet partilerinin
de, seçim sürecinde ortak ereği olan “seni başkan seçtirmeyeceğiz” in
ötesinde sonuç doğurmuştur. Bu sonuç, ortak hükümet kuruluşunu dayatmasıdır.
Bu sonuçlar, başkan olmayı ve
parlamenter sistemi başkanlık sistemine dönüştürmeyi amaçlayan Erdoğan’ı,
gizlenemez bir öfkeye ve düşmanlığa yöneltti. 2008 Eylül’ünde PKK ile MİT
arasında gerçekleşen “Oslo Görüşmeleri ve Mutabakatı” ile başlayan “çözüm
sürecini” ve görüş birliğine konu olan
“Dolmabahçe Mutabakatı”nı elinin tersi ile iterken, sözcülüğünü yaptığı Kürt Sorunu da “ “yok” olarak ilan etti. Zaman zaman
adlandırılması değiştirilen “çözüm
sürecinin” de, AKP elinde, tıpkı demokrasiyi yaşam biçimi olarak
içselleştirme, kural ve kurumlaştırma yerine, amaca varıncaya kadar binilecek ve durağa binince terkedilecek
tramvay olarak algılandığının kanıtını oluşturmaktadır. AKP ve özellikle O’nun
tek patronu olan ve bu gömleğini de çıkartmaya hiç mi hiç niyeti olmayan
Erdoğan, iktidarla başladığı siyasal yaşamının her adımında öfkeyi ve
çatışmacılığı, kendisini hedefine götüren yöntem olarak başarı ile
uygulamıştır. Ve sürekli olarak ilan ettiği düşmanları ve bu düşmanlar ile
savaşımında da yanında tutmak istediği müttefiklerinde değişmeler yapmıştır.
AKP’nin siyaset sahnesine çıkışı,
Erbakan ile savaşımla başlamış, ancak bu savaşımda birlikte olduğu dava
arkadaşlarının çoğu, sonradan “hain”
suçlaması ile, ötelenmiştir. İktidara giden yolda ise düşman, kendisini ve
kadrosunu, yetmiş sekiz milyonluk bir ülkenin başına taşıyan Cumhuriyetin
önder, değer, kurum ve kazanımları olmuştur. Güç kazanıp, yer edinince, Anayasa
gereğince ulusal egemenliği kullanılma araçları olan Anayasal kurumları,
TSK’nı, HSYK’yı, YÖK ve Üniversiteleri, medyayı ve benzerlerini yeni düşmanları
olarak ilan ederek onlara karşı savaş
açmış ve tüm bu kurumları ele geçirmiştir. Bu süreçte, iki toplumsal kesimi,
amaca varıncaya kadar yedeğinde tutmuş ve ortak kılmıştır. Bunlar Gülen
Hareketi ile Kürt Siyasal Hareketi olmuştur. Ülkenin bütün kalelerine girilip,
bütün tersaneleri dağıtılıp ele geçirilmesinden sonra ise, “aynı yağmurda ıslandıklarını, yollarda
birlikte yürüdüğü” ortaklarını sırtından atmak için, bu yeni düşman
kıldıkları ile yeni “savaşlara”
girişmiştir. Errdoğan’a göre, kendisinin mutlak iktidarına engel görünenler
yada iktidarından pay sahibi olduklarını
ileri sürenlerin hepsi aynı suçlamaya konu edilmişlerdir. Son örnek, dünün “kahramanları ve demokrasinin bekçileri”
olarak kutsanan üç savcı, Öz,Kara ve Yüzgeç hakkında düzenlenen tutuklama
gerekçesidir : “Suç işlemek amacıyla
örgüt kurmak, cebir ve şiddet kullanarak T.C.Hükümetini ortadan kaldırmaya,
görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek”.
Kürtlere ve Kürt Siyasal Hareketine
karşı açılan topyekun savaşın nedeni ise, 13 yıllık bir imparatorluğun HDP
tarafından sonlandırılması ve şimdiye kadar Erdoğan mutlak iktidarına verilen
destek karşılığında verilen borç senetlerinin tahsiline yönelinmesidir. Ödeme günü gelen senedin ne olduğunu PKK'lı Murat
Karayılan şu biçimde ortaya koymaktadır: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından, 1924'ten sonra dışlanan
Kürtler ve İslamcı kesimlerden, bugün İslamcı kesim devlette ve hükümette
etkili bir güç haline gelmiştir. Bunda Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin rolü
vardır. Bu çerçevede Türkiye toplumu kendini yeniden biçimlendirmek zorundadır".
Kürt Siyasal Hareketinin, İslamcı kesim ile müttefik olarak başardıklarından
payını istemesi, pay yerine, yeni düşman olarak üzerine gidilmesi, sayısını
bile izlemekte zorlandığımız şehitlerimizin, üzerlerine bombalar yağdırarak
öldürdüğümüz yurttaşlarımızın başlıca nedenini oluşturmaktadır. “Kinci ve dinci kuşaklar” yetiştirmeyi
amaç edinen ve “biz kefenimizi giyerek bu
yola çıktık” diyen ve mutlak iktidarı için herşeyi göze alan ve herşeyi
mahvetmeyi göze alan Erdoğan’a, savaş ve silah baronlarına karşı, “savaşa hayırı”, “yurtta da barış, dünyada da barış” istencimizi yükseltmeliyiz.13.08.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder