21 Ağustos 2015 Cuma

BARIŞ İSTENCİ VE DİRENCİ, SAVAŞ TAMTAMLARINI SUSTURMALI

ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş

BARIŞ İSTENCİ VE DİRENCİ ,  SAVAŞ TAMTAMLARINI SUSTURMALI

5 Haziran’daki HDP’nin Diyarbakır’daki meydan mitingine yönelik bombalı saldırının gölgesinde gerçekleşen Haziran Seçimi, kendisini “Türkiye Partisi” biçiminde tanımlayan HDP’nin utkusu ile sonuçlandı. Beklenen, bu sonucun, 30 yılı aşkın bir süredir örtük bir biçimde, zaman zaman sıcak çatışmalara konu olan “Kürt Sorunu”nun, sonlandırılmasında bir fırsata dönüştürülmesi idi. Ancak buna izin ve olanak verilmedi. 20 Temmuz’da,  Suruç’ta, Kobani Kantonunu yeniden yapılandırmaya katkıda bulunmak amacı ile yola çıkan 32 sosyalist gencin katledilmesi sonrasında başlayan terör ve terörü önlemeye yönelik olarak güvenlik güçlerinin önlemleri, Doğu ve G.Doğu Anadolu’yu yeniden sıcak çatışmaların alanına dönüştürdü. ABD ile Hükümet arasında, başta İncirlik olmak üzere bazı üslerin, ABD ve müttefiklerinin kullanımına açılmasını fırsat bilen yerli savaş ve siyaset baronları, şimdilik Öcalan’ı “benim teröristim iyidir” diyerek övgülere boğarken, önderi olduğu ve 2008’den bu yana onlarca görüşme ve mutabakatta “taraf” olan PKK ve Kandil’i ortadan kaldırılması gereken düşman olarak ilan ederek, topyekun savaş açmıştır.

1999’da Türkiye’ye paketlenerek gönderilen Öcalan, özellikle 2002 ve sonraki seçimlerde, milliyetçi-muhafazakar gömleği giyen siyaset bezirganlarının malzemesi kılınmıştır. Milliyetçi-muhafazarlıkta yarış içine giren partiler, “asmadın-sen as” kavgasında birbirlerine yağlı urgan fırlatırken, bu kez de, Kürt siyasal harekete karşı “Öcalan olsaydı sizi önüne katıp kovalardı” biçiminde kullanır oldu.

Önceki yazılarımda, 7 Haziran seçimi sonrası doğan umutların, neden ve kimler eliyle karabasana dönüştürüldüğünü  açıklamaya çalışmıştım. Umudun yeşerticisi, AKP’yi, onüç yıllık tek başına iktidar tahtından indiren HDP’nin, parti olarak katıldığı ilk seçimde barajı aşarak, 80 milletvekili ile TBMM’ne giren HDP olmuştur. HDP’nin bu başarısı, öteki muhalefet partilerinin de, seçim sürecinde  ortak ereği olan “seni başkan seçtirmeyeceğiz” in ötesinde sonuç doğurmuştur. Bu sonuç, ortak hükümet kuruluşunu dayatmasıdır.

Bu sonuçlar, başkan olmayı ve parlamenter sistemi başkanlık sistemine dönüştürmeyi amaçlayan Erdoğan’ı, gizlenemez bir öfkeye ve düşmanlığa yöneltti. 2008 Eylül’ünde PKK ile MİT arasında gerçekleşen “Oslo Görüşmeleri ve Mutabakatı” ile başlayan “çözüm sürecini”  ve görüş birliğine konu olan “Dolmabahçe Mutabakatı”nı elinin tersi ile iterken,  sözcülüğünü yaptığı Kürt Sorunu da “ “yok” olarak ilan etti. Zaman zaman adlandırılması değiştirilen “çözüm sürecinin” de, AKP elinde, tıpkı demokrasiyi yaşam biçimi olarak içselleştirme, kural ve kurumlaştırma yerine, amaca varıncaya kadar  binilecek ve durağa binince terkedilecek tramvay olarak algılandığının kanıtını oluşturmaktadır. AKP ve özellikle O’nun tek patronu olan ve bu gömleğini de çıkartmaya hiç mi hiç niyeti olmayan Erdoğan, iktidarla başladığı siyasal yaşamının her adımında öfkeyi ve çatışmacılığı, kendisini hedefine götüren yöntem olarak başarı ile uygulamıştır. Ve sürekli olarak ilan ettiği düşmanları ve bu düşmanlar ile savaşımında da yanında tutmak istediği müttefiklerinde değişmeler yapmıştır.

AKP’nin siyaset sahnesine çıkışı, Erbakan ile savaşımla başlamış, ancak bu savaşımda birlikte olduğu dava arkadaşlarının çoğu, sonradan “hain” suçlaması ile, ötelenmiştir. İktidara giden yolda ise düşman, kendisini ve kadrosunu, yetmiş sekiz milyonluk bir ülkenin başına taşıyan Cumhuriyetin önder, değer, kurum ve kazanımları olmuştur. Güç kazanıp, yer edinince, Anayasa gereğince ulusal egemenliği kullanılma araçları olan Anayasal kurumları, TSK’nı, HSYK’yı, YÖK ve Üniversiteleri, medyayı ve benzerlerini yeni düşmanları olarak  ilan ederek onlara karşı savaş açmış ve tüm bu kurumları ele geçirmiştir. Bu süreçte, iki toplumsal kesimi, amaca varıncaya kadar yedeğinde tutmuş ve ortak kılmıştır. Bunlar Gülen Hareketi ile Kürt Siyasal Hareketi olmuştur. Ülkenin bütün kalelerine girilip, bütün tersaneleri dağıtılıp ele geçirilmesinden sonra ise, “aynı yağmurda ıslandıklarını, yollarda birlikte yürüdüğü” ortaklarını sırtından atmak için, bu yeni düşman kıldıkları ile yeni “savaşlara” girişmiştir. Errdoğan’a göre, kendisinin mutlak iktidarına engel görünenler yada iktidarından pay sahibi  olduklarını ileri sürenlerin hepsi aynı suçlamaya konu edilmişlerdir. Son örnek, dünün “kahramanları ve demokrasinin bekçileri” olarak kutsanan üç savcı, Öz,Kara ve Yüzgeç hakkında düzenlenen tutuklama gerekçesidir : “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, cebir ve şiddet kullanarak T.C.Hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek”.


Kürtlere ve Kürt Siyasal Hareketine karşı açılan topyekun savaşın nedeni ise, 13 yıllık bir imparatorluğun HDP tarafından sonlandırılması ve şimdiye kadar Erdoğan mutlak iktidarına verilen destek karşılığında verilen borç senetlerinin tahsiline yönelinmesidir.  Ödeme günü gelen senedin ne olduğunu PKK'lı Murat Karayılan şu biçimde ortaya koymaktadır: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından, 1924'ten sonra dışlanan Kürtler ve İslamcı kesimlerden, bugün İslamcı kesim devlette ve hükümette etkili bir güç haline gelmiştir. Bunda Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin rolü vardır. Bu çerçevede Türkiye toplumu kendini yeniden biçimlendirmek zorundadır". Kürt Siyasal Hareketinin, İslamcı kesim ile müttefik olarak başardıklarından payını istemesi, pay yerine, yeni düşman olarak üzerine gidilmesi, sayısını bile izlemekte zorlandığımız şehitlerimizin, üzerlerine bombalar yağdırarak öldürdüğümüz yurttaşlarımızın başlıca nedenini oluşturmaktadır. “Kinci ve dinci kuşaklar” yetiştirmeyi amaç edinen ve “biz kefenimizi giyerek bu yola çıktık” diyen ve mutlak iktidarı için herşeyi göze alan ve herşeyi mahvetmeyi göze alan Erdoğan’a, savaş ve silah baronlarına karşı, “savaşa hayırı”, “yurtta da barış, dünyada da barış” istencimizi yükseltmeliyiz.13.08.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder