25 Mayıs 2017 Perşembe

Bu yazı, M.K.Atatürk'e yönelik olarak sergilenen soysuzluk ve değer bilmezlik, hatta alçaklık üzerine yazılmıştır. Yazıma kaynaklık eden olay, Besni Ekspres Gazetesi'nin 23 Nisan Resmi Kutlaması sırasında, konuşmacılar Okul Müdürü ile İlçe Milli Eğitim Müdürü'nün, Atatürk'ün adının anılmamasını manşete taşıyan haberi olmuştur. Bu haber üzerine yazdığım bu yazıyı, kaynak olan Besni Ekspres Gazetesi'ne gönderdim. Ancak,şu ana kadar yazının yayımlandığını göremedim. Bu bende, gazetecilerin, kendilerinin yazdıklarına bile sahip çıkamama durumuna düşünülmüş oldukları izlenimi yarattı. Ülkem için,tanıdığım dostlar için üzüldüm.25.05.2017


ATATÜRK VE HÖDÜKLÜK

Herhangibir yaratığın insandan sayılmasının başlıca koşulu, erdemli olması, soysuzluk çamuruna baştan ayağa batmamasıdır. Uzunca bir zamandır, kimi cüdamlar, Atatürk’e saldırmanın, O’nun anısına saygısızlık yapmanın yada O’nu ulusal ve evrensel değerlerimiz arasından silmenin çirkin, utanılacak örneklerini sergilemekteler. Bunlardan sonuncusu, kamuoyunu ayağa kaldıranı, yaşayan ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı Hocanın “hödükler” diye adlandırdığı, üçlü oldu. Hödük; “görgüsüz, kaba, anlayışı kıt, korkak-ürkek” anlamına gelir. Fakat bu üç hödük için, bu anlamlar yetersiz kalır. Bunlara soysuzluk ve alçaklığı da eklemekde gereklilik bulunmaktadır. Bunların adlarını burada geçirmenin, sayfamızı kirleteceğini düşünüyorum. Bu hödükler, 7 Mayıs 2017 günlü “Derin Lağım(!)” adlı programlarından, tüm pisliklerini kusmuşlar ve böylece cami duvarına işemişlerdir.  İşin ilginci, Atatürk’e söverek geçimlerini sağlayan bunlar ve benzerleri,öncülleri olarak kutsadıkları ve palazlanmalarına neden olan Celal Bayar’ın; “Atatürk, seni sevmek ibadettir” dediğinden bile bilgisiz olduklarını ortaya koymuşlardır.

 

Atatürk’ü, soysuz ve benzeri alçaklara anlatmak için tarih kitaplarını, resmi belgeleri önermenin yararsız ve boşa kürek çekmek olduğunu bilmekteyim. Çünkü, cesaretleri bilisizliklerden, kör ön-yargılarından kaynaklanmaktadır. M.K.Atatürk’ün ulusal ve evrensel değerini ve büyüklüğünü anlatmanın en kısa ve anlaşılır kılmanın üç kanıtını sizlerle paylaşmak isterim.

 

Bunlardan ilki; ülkemizi işgale gelmiş ve Çanakkale’de toprağa düşmüş Anzaklıların annelerine,1034’de yazdığı mektup; 

 

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

 

Ve bu mektuba Avustralyalı bir annenin verdiği yanıtı;

 

 “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi.
 Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde
 dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata
 demek istiyoruz. Çünkü, yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın
 sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla...”(1)



İkincisi, Yunanistan Başbakanı Venizelos’un 12 Ocak 1934’de ;Nobel Barış Komitesine, Atatürk’ü Barış Ödülüne aday gösterme gerekçesidir:

Sayın Başkan,

Yaklaşık yedi asır boyunca Yakın Doğu'nun tamamı ve Orta Avrupa'nın büyük kısmı kanlı savaşlara sahne oldu. Bunun temel sebebi Osmanlı İmparatorluğu ve onun sultanlarının mutlakıyetçi yönetim sistemiydi.

Hıristiyan halklara boyun eğdirilmesini kaçınılmaz olarak takip eden Haç'ın Hilâl'e karşı dini savaşları ve ardından da özgürlüklerine düşkün bütün halkların başarılı diriliş hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu sultanların etkisinde kaldığı sürece daima devam eden bir tehlike ortamıydı.

Mustafa Kemal Paşa'nın milli hareketinin rakiplerine galip gelmesiyle, 1922'de kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bu belirsizlik ve hoşgörüsüzlük devletine kesin bir son verdi.

Hakikaten, bir milletin hayatında bu kadar kısa zamanda bu kadar köklü bir değişiklik nadiren gerçekleştirilebilmiştir.

Hukuk ve dinin birbirine karıştığı dini bir rejim altında yaşayan, çöküş halindeki bir imparatorluk tamamen hayat ve canlılık dolu modern bir ulus devlete dönüştürüldü.

Büyük reformcu Mustafa Kemal Paşa'nın sağladığı hızla, sultanların mutlakıyetçi rejimi sona erdirildi ve devlet tamamen laik oldu. Haklı olarak medeni milletlerin en ön saflarında yer almaya büyük istek duyan bütün millet gelişmeleri benimsedi.

Fakat, barışın sağlamlaştırılması etnik Türk kimliğinin baskın olduğu devletin şu günlerdeki haline dönüşmesine yol açan inkılaplarla birlikte yürütüldü. Hakikaten, Türkiye diğer milletlerin meskun olduğu illerini hukuka uygun bir şekilde kaybetmiş olmayı kabullenmede tereddüt etmedi ve anlaşmalarla belirlenen siyasi ve etnik sınırlara razı olup, Yakın Doğu için gerçek bir barış dayanağı haline geldi.

Türkiye'yle sürekli devam eden anlaşmazlıkların neticesinde asırlarca kanlı savaşlara sürüklenmiş olan biz Yunanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi olan bu ülkede gerçekleşen derin değişikliğin etkilerini ilk hissedenler olduk.

Küçük Asya Felaketi'nden hemen sonra, savaştan bir ulus devlet olarak çıkmış olan yeniden doğan Türkiye'yi anlama fırsatını fark ederek ona, elimizi uzattık ve o da samimiyetle karşılık verdi.

Samimi barış arzusuyla dolu olduklarında en derin farklılıklara sahip halkların bile tekrar yakınlaşabileceklerini gösteren bu yeniden birbirimize yakınlaşma faaliyeti hem iki ülke için hem de Yakın Doğu'daki barışı sürdürmek için faydalı oldu.

Barışı tesis etmek için yapılan bu paha biçilmez katkıyı gerçekleştiren kişi elbette Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'dır.

Bu yüzden, 1930 Yunanistan Hükümeti'nin lideri olarak, Yunan-Türk anlaşmasının imzalanmasının Yakın Doğu'nun barışa doğru yürüyüşünde yeni bir dönemi başlattığı şu zamanda, Mustafa Kemal Paşa'nın Nobel Barış Ödülü'ne sahip olmanın ayırt edici itibarıyla ödüllendirilmesini teklif etmekten onur duyarım.

Saygılarımla.”

Üçüncüsü ise, BM UNESCO Genel Konferansının 27 Kasım1978 tarihli oturumunda, M.K.Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yıldönümünde, 1981’de, tüm ülkelerde anılmasını, 152 ülke temsilcisinin oybirliği ile aldığı kararla, “Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100. Yıldönümü'nde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır”.. Bu karar Atatürk’ü şöyle tanımlamakta; “Atatürk ululararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur”.

 

Düşmanlarına  kucak açan, onları vatan toprağında kardeşleri ile birlikte yatanlar olarak niteleme yüceliğini gösteren ve yeni bir barış dönemin sayfasını açan Atatürk, dün savaştığı ülkelerin lider ve temsilcileri tarafından,büyük bir değerbilme sergileyerek tarihteki yerini daha bir belirgin kılarken, günümüzün hödük ve alçakları, O’na ve anılarına utanmazca saldırırken, ağızlarından salyalar akarken ve kapılarına tasmalarından bağlandıkları sahiplerinden yeni bir kemik atılmasını beklerken, halkımızın hemen tamamı tarafından lanetleniyorlar ve tasmalılar bu kez kemiklerinin atılmamasının şaşkınlığını yaşıyorlar.

 

Beni asıl kahreden, sayıları ikiyüze varan yükseköğretim kurumlarımızda “Atatürk İlke ve İnkilapları Bölümlerinde” görev yapanlardan,yani Atatürk dersleri ile geçimlerini sağlayanlardan tek gür bir sesin yükselmemesi, Cumhuriyetin savcılığını yapması gereken Savcıların, yasal görevlerini yerine getirmeleri için doğrudan girişimde bulunmamalarıdır. Atatürk’e, kamu görevlileri eli ile, doğduğum kent olan Adıyaman ve Besni’de ve adına sergilenen saygısızlık ve soysuzluğu, 50 nci yaşını kutlayan ve gerçek gazetecilik yapan Besni Ekspres Gazetemizin tanıklığı ile değerlendirmeyi gelecek yazıma bırakıyorum.30.04.2017

 

Prof.Dr.Mustafa Altıntaş

ADD Kurucu Üyesi

BEV Kurucu Üyesi

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder