23 Kasım 2016 Çarşamba

Bu makale, Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanmak amacı ile yazılmıştır.23.11.2016

Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
YÖK-YDK Üyesi
Eğitim-Sen Temsilcisi Olarak
532 513 39 52

“ALLAHIN LÜTFU” SİLAHLI KALKIŞMA İLE ÜNİVERSİTEYİ DE SARAYA BAĞLAMA
Türkiye’nin iç barışı, bölgesel ve küresel ilişkileri, bizzat siyasal iktidar eliyle, durdurulması olanaksız dalgalanmalara, çatışmalara, kargaşaya, krizlere sürüklenip durmakta. İkibinli yılların ilk on yılından sonraki süreç, her alanda dikiş tutturulmanın olanaksızlığının tanıklığına bizleri zorlamakta. Krizin tepe noktasını ise, 15 Temmuz 2016’da “Yararlı Salaklar” tarafından gerçekleştirilen ve başarısızlığa mahkum olması kaçınılmaz olan silahlı kalkışma oluşturdu. Bizzat C.Başkanı tarafından “Allahın lütfu” olarak kutsanan bu kalkışma,siyasal iktidarın kapısına bağlanmamış tüm muhalefetin tasfiyesine, hatta kırımına kılıf olmuştur. Kırım ve tasfiyenin silahı ise,  KHK’ler. Ben bu yazımda , bu silahın üniversitede nasıl kullanıldığını irdelemek istiyorum.
İlk kullanım, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri ile barış çağrısı yapan akademisyenlerin, emir ve komuta zinciri uyarınca başlatılan disiplin soruşturmalarının sonucu bile beklenmeksizin, KHK ile üniversiteden atılmalarında kullanıldı. YÖK, kuruluşundan 2016 yılının Temmuz’a kadar ve hatta günümüzde, üniversite çalışanlarının disiplin işlemlerini ,Anayasaya,yüksek yargı kararlarına aykırı  “korsan disiplin yönetmeliği” ile terror estirirken,bu kapının, Danıştay 8. Dairesi’nin 09.03.2016 gün ve 2016/1221 sayılı yürütmeyi durdurma kararı ile kapanması üzerine, kıyım ve tasfiyeyi, 15 Temmuz 2016’dan sonrasındaki KHK’lerin üzerine yıkmıştır.
KHK silahının ikinci kez YÖK Sisteminde kullanılması, 03.10.2016 gün ve 676 Sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile olmuştur. Bu kararname ile iki düzenleme getirilmiştir. Bunlardan, ilki Denetleme Kurulu’nun oluşumunda değişikliğe gidilmiş, üye sayısı ondan onbeşe yükseltilmiş, atanmaları, kurumlardan YÖK’na aktarılmış, 6 yıllık üyelik süresi 3 yıla indirilmiş ve üç yılını tamamlamış olan üyelerin tümünün görevi sonlandırılmıştır.
Kamuoyunda asıl tartışılan, rektörlük atanmasını düzenleyen 13/a maddesinde yapılan değişikliktir. YÖK Sisteminde rektör atanması; 6 Kasım 1981’den 07.07.1992 gün ve 3826 Sayılı Yasa ile yapılan değişikliğe kadar, iki dereceli seçim biçiminde olmuştur. Sistemin kurucusu ve 11 yıl tek ve mutlak patronu olan İhsan Doğramacı’nın önerdiği dört kişiden işaret ettiğinin Devlet Başkanı(Evren ve Özal) tarafından atanması biçiminde gerçekleşmiştir. Bu tek seçicinin(Doğramacı) egemenliğindeki sistem, 07.07.1992 günlü 3826 Sayılı Yasa ile, üç dereceli kılınmıştır. Üniversitenin öğretim üyeleri, önce altı aday adayı belirleme zorunda idiler. Bu altı aday-adayı, YÖK tarafından, hiçbir kural,ölçüt ve etik değere bağlı olmaksızın  üçe indiriliyor ve üçten biri, yine belli olmayan ölçütlerle Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanıyordu. Bu üç dereceli ucube seçim sisteminin tek dereceli seçime dönüştürülmesi, akademiya topluluğunun uzun sure savaşım verdiği bir yöntem olarak varlığını 24 yıl sürdürdükten sonra, 676 Sayılı KHK ile, yeniden, 12 Eylül Faşist Yönetimin  ürünü olan yönteme döndürülmüştür. Getirilen düzenleme, rektörleri tümü ile saraya bağlamıştır. Akademiya topluluğu, tek dereceli seçim ile yöneticilerini belirlemek savaşımı verirken,ilk basamak seçiciliğinden de azledilmiş ve “sarayın gözdesi”ne teslim edilmiş olmaktadır. KHK ile değiştirilen rektörlük ataması sisteminin ilk uygulaması, aday olmayan birinin, akademiya topluluğunun yüzde 90 na yakın desteğini bulmuş önceki Boğaziçi Rektörü yerine atanması olmuştur. Ve, en  saygın ve etkin bir üniversitemizin iç barışı bozulmuştur. Yani kamu düzenini yeniden sağlamak amaçlı ilan edilmiş olan olağanüstü hal, varolan kamu düzenini bozmak yolunda kullanılmıştır.

Bununla da yetinilmemiş, 676 Sayılı KHK ile, vakıflarca kurulan üniversite rektörlerini belirleme ve atama yetkisine sahip olan mütevelli heyet de devre dışı bırakılarak, Devlet Üniversitelerindeki sistem, onlar için de geçerli kılınmıştır. Yani vakıf kurucularının kendi mülkü üzerindeki hakları, ortadan kaldırılmıştır. Bu da Anayasanın 130 uncu maddesindeki “Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, malî ve idarî konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tâbidir hükme aykırıdır.
Gerek “Bu Suça Ortak Olmayacağız” adlı bildiri imzacılarının devlet memurluğundan çıkartılması yada açığa alınmasının OH gerektiren silahlı kalkışma ile ilgisi söz konusu değildir. Yanısıra Anayasanın 130 uncu maddesindeki “Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlarkurala da açıktan aykırıdır. Bildiri, Ocak 2016’da imzaya açılmıştır. “Allahın lütfu” diye kutsanan silahlı kalkışma ise 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilmiş, olağanüstü hal kararı 20.07.2016’da alınmıştır. Olaganüstü Hal, Anayasanın 120 ve 2935 Sayılı Olaganüstü Hal Yasasının 3.maddesine göre ilan edilmiştir. Üniversiteler tarafından imzacı akademisyenlere atılmak istenilen suç “ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak”  olarak tanımlanmaktadır. Bu atılı suçun da, ne Anayasanın 120 ve ne de 2935 Sayılı Yasanın 3. Maddesinde tanımlanan eylemlerle ilgisi söz konusu değildir.
Sonuç olarak; barış bildirisi imzacılarının ve iktidar kapısına bağlı kılınmamış sendika üyelerinin kırımı ve tasfiyesi ile, Yükseköğretim Yasasındaki değişikliklerin, OÜH ve KHK gerekçesi ile ilgisi bulunmamaktadır. Barış bildirisindeki imza ile,Yükseköğretim Denetleme Kurulu üyelerinin,sayısının, atama biçiminin “özgür demokrasi düzenini, temel hak  ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ciddi belirtileri yada kamu düzenini ciddi biçimde bozulması” olarak algılanarak, KHK’meler ile düzenlenmesi, aklımızın tutulması yada aklımızla alay edilmesi anlamı taşımaz mı? Bu KHK’in,parlamento tarafından tez elden ortadan kaldırılması, hukuk devletinin ve hatta yasa devleti olmanın asgari koşuludur.21.11.2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder