Prof.Dr.Mustafa
Altıntaş
YÖK-YDK
Üyesi
(Eğitim-Sen
Temsilcisi Olarak)
0532
513 39 52
12 EYLÜL HUKUKUNU
ARAR KONUMA GETİRİLEN ÜNİVERSİTE
Günümüzde ulusların
varsıllığı, gönenci ve barışı, bilgi ve erişim devrimi basamağındaki konumu ile
yakından bağlantılıdır. Daha fazla bilgi, beceri ve öğrenme kapasitesine sahip
olanlar yaşam boyu olaganüstü bir ekonomik doyuma ve yaşam düzeyine
ulaşırlarken, bu ölçütlerin uzağında olan toplumlar, umarsızlık ve yalnızlık
içinde, yoksulluk ve yoksunluk çukurunda
debelenmeye mahkumdurlar. Bu nedenden gelişmiş ekonomiler, eğitimi, siyasal ve
toplumsal önceliklerinin ilk sırasına koyarak, çağcıl uygarlık düzeylerini korumak
ve geliştirmek çabasındadırlar. Bilgili, beceri ve özgüven sahibi, öğrenme
kapasitesi yüksek insanların nitel ve nicel ağırlığı özellikle yükseköğretim
sistemine bağlıdır. Küreselleşen ve küreselleştikçe de karmaşıklaşan dünyamızda
özgüvene sahip ve girişimci bireyler olabilmek, entellektüel bir savaşımı
gerektirmektedir. Bu ise, eğitim sisteminin, özellikle de yükseköğretim
sisteminin bu ortamı sağlayacak özgürlük ve serbestlik iklime sahip olmasını
gerektirmektedir.
Türkiye'de
ise, eğitim ve yükseköğretimden beklenen "kinci ve dinbaz kuşaklar"
yetiştirmek olduğundan, sistem, entellektüel savaşımı başaracak ortamdan,
çatışmacılığa, biatçılıaı, kapıkulluğuna göre biçimlendirilmektedir. Bunun son
örneğini, iki saygın ve yetkin üniversitemizdeki rektör atamalarında yaşadık ve
yaşamaktayız.
Kurulduğu
1981'den bu yana en çok yakınılan YÖK Sistemi ve onca değişiklik yapılmasına
karşın sürekli değiştirilmek istenmesi masalı yinelenen 1982 Anayasası, "Faşist
Darbe Ürünü" olarak tanımlanmaktadır. Ve tüm siyasal partiler ve
hükümetler, 1982 Anayasasına kaynaklık eden YÖK Sistemini kaldırmak konusunda
görüş birliğini yineleyip durmaktalar. Ancak, 1983 seçimlerinden sonra gelen
tüm iktidarlar, Anayasanın onca maddesi değiştirilmiş olmasına karşın, YÖK
sisteminin üzerine oturmayı ve bu kez de kendilerine biat eden kuruma
dönüştürme fırsatçılığını sergilemişlerdir.
Fazla
uzağa gitmek istemiyorum. Muktedir olmazdan önce, "ileri demokrasi(!)masalı" ile, "tatlısu solcularını, demokratlarını, darbe mağdurlarını, askeri
vesayetten yaka silkenleri", "Fareli Köyün Kavalcısı! gibi,peşine
takan AKP; Programı, 2002 Seçim Bildirgesi ve Acil Eylem
Planında YÖK ve Üniversiteye yönelik hedeflerini şöyle sıralanmaktadır:
"...Yükseköğretimde köklü bir reforma ihtiyaç
vardır.YÖK,üniversiteler arasında koordinasyon sağlayan,standart belirleyici
bir yapıya kavuşturulacak, üniversiteler idari ve akademik özerliğe
sahip,öğretim elemanları ve öğrenciler üzerinde baskı, dayatma ve
antidemokratik uygulamaların bulunmadığı, bilimsel bilginin üretildiği,
araştırma ve öğretim faaliyetlerinin esas olduğu kurumlar haline getirilecektir".
İleri
demokrasi(!) masalının getirisinin yüksek olduğu dönemde, programı, seçim
bildirgesi ve hükümet programı ile acil eylem planında yer alan üniversite
reformunu yapabilmek için köklü bir değişimi başlatan Birinci RTE Hükümeti
(59.T.C.Hükümeti) olmuştur. AKP Hükümetinin başlangıcındaki üniversite tanımı
şu biçimde idi: "üniversiteler, özgür ve demokratik ortamlarda
bilginin üretildiği, yayıldığı, gerçeğe ulaşmanın değişik yöntemlerle
araştırıldığı,insanın, toplumun ve ülkenin geleceğinin inşa edildiği
vazgeçilmez kurumlardır".
2547'yi
reforme edebilmek için, Başkanı Kuzu olan zamanın TBMM Anayasa Komisyonu
tarafından hazırlanan Taslak ile, Üniversiteler "çoğulculuğu ve
demokratik katılımı esas alan,...idari ve mali özerkliğe,bilimsel özgürlüğe
sahip..." kuruluşlar olarak tanımlanıyor ve devletin üniversiteler
üzerindeki "gözetim ve denetim yetkisi " kaldırılıyordu.
Rektörlerin Cumhurbaşkanınca, dekanların YÖK nca seçilmesi ve atanmasından
vazgeçiliyordu. Anayasanın 131nci maddesi ile, YÖK'ün görev ve yetkileri,
yükseköğretim alanını eşgüdümü sağlamak ve planlama çalışmalarını yapmak olarak
sınırlanırken, güçlendirilen Üniversitelerarası Kurul, akademik ölçütlerin
belirlenmesi, üniversitelerin denetlenmesi ve değerlendirilmesi ile
yetkilendiriliyordu.Anayasanın 104 üncü maddesinde yer alan Cumhurbaşkanının
görev ve yetkileri arasından ise,"Yükseköğretim Kurulu üyelerini ve
üniversite rektörlerini seçmek" çıkartılıyordu.
Benim
de Başkanlığını yaptığım Öğretim Üyeleri Derneği adına ve Eğitim-Sen Temsilcisi
olarak katıldığım Çalışma Grubu tarafından, Anayasa'nın 130 ve 131 inci madde
değişikliklerine koşut olarak hazırlanan 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası
Değişiklik Tasarısı ile rektör maddesi şöyle değiştirilmekte idi: "Rektör,
üniversitenin son bir yıl kadrolu öğretim üyesi olarak çalışmış profesörleri
arasından, dört yıl için seçilir. Bir profesör kendi üniversitesinde bir kez
rektörlük yapabilir. Rektörün seçiminde oy kullanabilmek için o üniversitede son
bir yıldır öğretim üyesi kadrosunda çalışıyor olması gerekir. Oyların yüzde
ellisinden fazlasını alan aday, rektör seçilmiş olur. Seçilen aday doğrudan
görevine başlar ve durumu YÖK'e bildirir. Rektör üye tamsayısının üçte ikisinin
kararıyla görevden alınabilir. Rektörün görevleri, kişisel inisyatif kullanma
durumundan yönetim kurulu ve senato tarafından alınan kararları uygulamak
biçimine dönüştürülmüştür".
2547
Sayılı Yükseköğretim Yasasının üniversite organların birinci sırasına
yerleştirdiği rektörün atamasındaki başlangıçtaki yöntem; "Yükseköğretim
Kurulu'nun önereceği yükseköğretimden sonra en az onbeş yıl başarılı hizmet
vermiş, tercihan devlet hizmetinde bulunmuş, ikisi üniversitelerde görevli
profesörlerden olmak üzere dört kişi arasından Devlet Başkanınca beş yıl için
atanır. Önerilenlerin atanmadığı ve iki hafta içerisinde yeni adaylar
gösterilmediği takdirde Devlet Başkanınca doğrudan atama yapılır. Süresi biten
rektör yeniden atanabilir" biçiminde
idi. 7 Kasım 1981'den başlayarak, 07.07.1992 günlü 3826 sayılı yasaya kadar,
YÖK'un mutlak patronu olan İhsan Doğramacı rektörleri belirliyor ve devlet
başkanı da bunları onaylıyordu.
Bu
düzenleme, akademiya dünyasının uzun süren çaba ve uğraşları sonucu, 07.07.1992
günlü 3826 Sayılı Yasanın 1. maddesi ile şu biçime büründürülmüştür: " Devlet
üniversitelerinde rektör, profesör akademik ünvanına sahip kişiler arasından
görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından
seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Rektörün görev süresi 4
yıldır. Süresi sona erenler aynı yöntemle yeniden atanabilirler. Ancak iki
dönemden fazla rektörlük yapılamaz...Bu toplahtıda en çok oy alan 6 kişi aday
olarak seçilmiş sayılır,bunlardan Yükseköğretim Kurulu'nun seçeceği üç kişi atanmak
üzere Cumhurbaşkanına sunulur. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör
adaylarının seçimi ve rektörün atanması ilgili mütevelli heyet tarafından
yapılır".
3826 Sayılı Yasa ile getirilmiş olan ve akademiya
topluluğunun yaptığı seçimin, önce YÖK tarafından, belli olmayan öznel
ölçütlere göre elekten geçirilmesi ve sonrasında ise, YÖK'nun sıralamasını bu
kez nesnel olmayan ölçütlerle Cumhurbaşkanın eleğinden geçiren sistemin gerçek
bir seçim olarak kabul ve onay görmesi mümkün değildir. Gerçekten de, akademiya
topluluğunun istencinin, önce YÖK ve
arkasından da Cumhurbaşkanları tarafından açıklanmayan gerekçelerle yok
sayılması, akademiya topluluğuna olan güvensizliğin ve üniversitelerin siyasal
çıkarlara araç kılınması isteğinin kanıtını oluşturmaktadır.
1991
genel seçim kampanyasında "oy ver, YÖK un üzerindeki iki noktayı
kaldırarak yok edelim" slagonu ile bilbordları süsleyen DYP ile, YÖKnu kaldırmayı amaçlayan
SHP'nin ortak hükümeti tasarısının ürünü olan bu ucube sistem; "yararlı
salakların darbe kalkışmasını" başarı ile fırsata dönüştüren ve bunu
"Allahın lütfu" olarak kutsayan AKP ve RTE, tarafından,
3.10.2016 günlü 676 Sayılı KHK ile
değiştirilmiştir : “Devlet
üniversitelerinde rektör Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek, profesör
olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Bir
aylık sürede önerilenlerden birisinin atanmaması ve Yükseköğretim Kurulu
tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde
Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır. Rektörün görev süresi 4 yıldır. Süresi
sona erenler aynı yöntemle yeniden atanabilirler. Ancak aynı Devlet
üniversitesinde iki dönemden fazla rektörlük yapılamaz. Rektör, üniversite veya
yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder. Vakıflarca kurulan
üniversitelerde rektör, mütevelli heyetinin Yükseköğretim Kuruluna teklifi ve
Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır.”
Demek
ki, 35 yıllık bir geçmişi olan YÖK sisteminde, rektörlerin seçimi ve atamasında
üç farklı model getirilmiş gibi görünmektedir. Ancak, faşist askeri darbenin
getirdiği baskılayıcı ve merkezci sistem, "yararlı salakların askeri
kalkışmasını" fırsata dönüştüren AKP ve Cumhurbaşkanı tarafından,
yeniden hortlatılmıştır. 1992'den 2016'ya kadar, 24 yıl uygulama bulan üç
dereceli ucube seçim sistemini, 2000'li yılların başında "tek dereceli
seçime" dönüştürmeyi amaçlayan taslak hazırlatan AKP ve o taslağın
sahibi olan RTE, 14 yılın sonunda, faşist rejimin sisteminin daha da gerisine
düşmüştür. 676 Sayılı KHK, yalnız devlet üniversitelerini değil, vakıf
üniversiteleri rektörünü belirleme yetkisini, mütevelli heyetin elinden
almıştır. Yani vakıf kurucularının kendi mülkü üzerindeki
hakları, ortadan kaldırılmıştır. Bu da Anayasanın 130 uncu maddesindeki “Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, malî ve idarî
konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve
güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için
Anayasada belirtilen hükümlere tâbidir” hükme aykırıdır.
KHK’lerle akademiya topluluğuna yönelik saldırı, topluca “görevinden uzaklaştırma” ve “görevinden çıkartma” olmuştur. İlk
kullanım, “Bu Suça Ortak Olmayacağız”
başlıklı bildiri ile barış çağrısı yapan akademisyenlerin, emir ve komuta zinciri
uyarınca başlatılan disiplin soruşturmalarının sonucu bile beklenmeksizin, KHK
ile üniversiteden atılmalarında gerçekleştirildi. YÖK, kuruluşundan 2016
yılının Temmuz’a kadar ve hatta günümüzde, üniversite çalışanlarının disiplin
işlemlerini ,Anayasaya,yüksek yargı kararlarına aykırı “korsan disiplin yönetmeliği” ile terör estirirken,bu kapının,
Danıştay 8. Dairesi’nin 09.03.2016 gün ve 2016/1221 sayılı yürütmeyi durdurma
kararı ile kapanması üzerine, kıyım ve tasfiyeyi, 15 Temmuz 2016’dan
sonrasındaki KHK’lerin üzerine yıkmıştır. Akademiya topluluğunun, yargısız
biçimde, KHK ile mesleklerinden ve iş
güvencesinden yoksun kılınması, eğer halen yürürlükte ise, Anayasanın 130 uncu
maddesindeki “Üniversite
yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları; Yükseköğretim Kurulunun
veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne
suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar” hükmünün ortadan kaldırılması anlamına
gelmektedir.
Üniversite organlarına ilişkin düzenlemeler ile akademiya
topluluğunun tasfiyesine yönelik işlemler, olağanüstü hali düzenleyen
Anayasanın 121. Maddesinde yer alan “… Bakanlar
Kurulu, olağanüstü halin gerekli
kıldığı konularda, KHKler çıkarabilir” kuralına aykırıdır. Yani KHK,
yalnızca olaganüstü hali gerektiren konularda çıkartılacaktır. “Allahın lütfu” diyerek kutsanan
olağanüstü halin ilanını gerektiren gerekçe, Anayasanın 120. Maddesine
dayandırılmıştır. Maddeye göre olağanüstü hal; “Anayasa ile
kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan
kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya
çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması” na dayandırılmıştır. 120
ile 121. Maddeyi birlikte okursak, kimi barışçı akademisyenlerin, 15
Temmuz’daki “yararlı salaklarca, başarısızlığa mahkum kalkışmadan yedi ay önce
imzaladıkları “barış için çağrıda
bulunan bildiriye imza atmak”, “akademiya topluluğunun rektör aday adayı altı
kişiyi seçmek”, “vakıf üniversitelerinde rektör atamasının mütevelli heyetçe
yapılması” ve “Yükseköğretim Denetleme Kurulu üye sayısının onbeş yerine on üyeli
olması” nın olaganüstü hali gerektiren konular olarak görüp, bu alanlarda
KHK’ler çıkartmak, aklımızla alay etmenin, Anayasa ve yasaların ayaklar altına
alınmasından öte bir anlam taşımadığının kabul edilmesi gerekmektedir. Bu
fırsatçılıktan ve yasa tanımazlıktan hızla çıkılmasında büyük yarar
bulunmaktadır.
22.11.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder