ÜNİVERSİTEDEN
BAKIŞ
Prof.Dr.Mustafa
Altıntaş
KADROLAŞMAYI VE
MUHALEFETİ DE BECEREMEYEN KILIÇDAROĞLU’NUN CHP’Sİ
Geçen haftaki yazımdan bu yana, Türkiye’ye yönelik IŞİD
kökenli saldırılar sürmekte. Önce İstanbul-Sultanahmet’te gerçekleştirilen
canlı bomba ve arkasından Kilis’e yönelik roket saldırısı, yerli-yabancı
tanımadan can almayı sürdürüyor.Düşmanlaştırdığınız kankanıza yönelik olarak
vekalet verdiklerinizin desteğin, Eylül 2001’de ABD örneğinde olduğu gibi, size
yönelmesi,üstü örtülmesi gereken bir suçun çaresizliğini bizlere yaşatmakta.
Tam bu sırada,”Barış İçin Akademisyenler”in “suç ortağı olmamak için yaptıkları barışa çağrı bildirisi”,
özellikle 12 Eylül 2010’daki Anayasa değişikliği sonrasında muktedirlerin
azgınlaşan “düşman yaratarak” toplumu
kendi çevresinde konsolide etmenin ve İŞİD saldırılarını gündemden düşürmenin
fırsatına dönüştürüldü. Barış İçin Akademisyenler’e yönelik olarak başlatılan “cadı avı”, IŞİD saldırılarının karartılmasına yetmemiş olacak ki, CHP
Genel Başkanı’nın 35inci Kurultay konuşmasındaki kimi değerlendirme ve
saptamalar, bu kez Kılıçdaroğlu üzerinden, hem savcılık ve hem de RTE
tarafından, “yeni bir düşman” yaratılmasına
aracı olarak coşkuyla(!) karşılandı. Kişisel çıkar, ikbal ve istikbaliniz ile
kin ve intikam duygularınız eksenli olarak yarattığınız her düşman ve dostun,
bumerang gibi kendinizi vuracağını akıldan çıkartmamanın büyük yararı vardır.
Hele kumarı, analarının kuzularının kanları ve canları ile onların kefenleri
üzerinden yapma hovardalığının toplumsal faturasının ağırlığı giderek
artmaktadır.Bundan sakınmanın ve tez elden kişisel/grupsal ikbal ve istikbal
ile, kin ve intikam duygularının frenlenmesinde, gem vurulmasında buyuk ve
tarihsel bir gereklilik bulunmaktadır.Gelelim, geçen hafta sonu,35nci Olagan
Kurultay’ını yapan Y-CHP üzerindeki, bu haftaya ertelediğim değerlendirmeye.
Çok partili sisteme geçtikten sonra, ender ve kısa süreli
bulunduğu iktidarda muktedir ve kalıcı olamayan CHP, Kılıçdaroğlu ve ekibi eli
ile, muhalefeti bile becerememe konumuna itelenmiş bulunmaktadır. Sergilenen
beceriksizliği, daha gerilere gitmeksizin 7 Haziran 2015’de yapılan seçim
sonrasındaki gelişmeler ile örneklemek isterim. 2012 seçimlerinden sonra, TBMM
Başkanını sürekli olarak tek başına belirleyen, AKP,7 Haziran 2015 seçiminde bu
olanağı yitirmiş, muhalefet 13 yıl sonra,kendi içinden, bir Başkan belirleme
fırsatını ele geçirmişti. Y-CHP/Kılıçdaroğlu ana muhalefet olmanın gerektirdiği
bu süreci yönetememiş, TBMM Başkanlığını, yeniden AKP’ne armağan etmiştir.
Kılıçdaroğlu ve ekibi, ortak bir hükümet oluşturma konusunda da üzerine düşen
görevi yapamamış, kendisine verilmeyen başbakanlık görevini, yine basın aracılığı
ile Bahçeli’ye armağan etmiş ve ancak ret yanıtını almıştır. Kılıçdaroğlu ve
ekibi, hükümet kurmamakla görevli AKP ekibi ile, birbirlerini keşfediş
görüşmeleri ile, kamuoyunu oyalamayı başarmışlar(!) ve RTE’nun tuzağına
düşerek, muhalefetin kazandığı seçimi yinelemesine katkıda bulunmuştur. Daha da
kötüsü, Kılıçdaroğlu ve ekibi, Anayasal görevi ve hakkı olan “Seçim
Hükümeti”nde yer almayı da ret ederek, alanı tümü ile AKP’ye terk etmiştir. Ve
AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin taşlarını döşemiştir. “Çatışmasızlık”
döneminde sürdürülen çözüm sürecini, trafik polisliğine soyunarak, TBMM’ne
yöneltme söyleminin ötesine geçememiştir.
Devşirilmiş kadrosu ile “karmaşık takım” görüntüsü veren Y-CHP, 7 Haziran seçim sonrasını
yönetememesi,Kasım seçimleri sonrasındaki yeniden üstlendiği ana muhalefet
sorumluluğunu da üstlenemeyeceğine ilişkin kimi ip uçları vermeye başladı. Bu
savımı kanıtlayıcı örnekleri, parti içi çekişme yada söylem çeşitliliğinden
örneklemeyeceğim. Bunlar için örneklerimi, Kılıçdaroğlu’nun iki değerlendirmesi
ve AKP’den ihraç edilecek kurucularından Yakış’tan örnekleyeceğim.
Kılıçdaroğlu,yeni yıl nedeni ile yazdığı yazısında, ülkenin
bir bölgesinde cephe-sokak savaşı derinleşir, IŞİD saldırıları giderek
tırmanırken, sanki Türkiye’de yaşamıyormuş, uzaydan Ankara’ya inmiş bir garip
yaratık gibi “Türkiye’nin üzerindeki kara bulutlar dağılacak” diyerek, Polyannacılık
sergileyebilmektedir. Muhalefeti bile başaramayacağının bir başka örneği ise,
30 Aralık’ta Başbakan ile yaptığı görüşmede öne çıkanı “12 Eylül’ün izleri silinecek”diye sunmasıdır. Ufkun ötesini görerek
bugünün sorunlarını çözümlemek uğraşı vermesi gerekenlerin, üzerinden 36 yıl
geçmiş 1980’nin 12 Eylül ile hesaplaşmayı öne çıkarması ve günümüzün ve
geleceğimizin sorunlarını, 36 yıl önceki darbeye havale etmek kolaycılığı ve
hayali batağına gömüldüğünü göstermektedir. Oysa ki, günümüzde yaşanan siyasal
ve rejim bunalımının kökeninde 1980’nden daha çok, 2010 12 Eylülü’nün var
olduğunu görme körlüğüne düştüğünün kanıtlarından birisidir.23üncü dönemde
sahnelenen anayasayı değiştirme oyunundan, 7 Haziran sonrası “hükümet nasıl kurulmaz” tiyatrosundan sonra, varolan Anayasayı,
yasaları, etik değerleri, ettikleri yemini bile büyük zevk ve iştahla
ayaklarının altına alanlarla, “ özürlükçü demokrasi anayasasını” başaracağını
umarak yola çıkmak, öncelikle CHP tabanının aklı ile alay etmenin ötesinde bir
anlam taşımamaktadır. Asgari demokratlık, kendinize yöneltilmesini
istemediklerinizin, başkalarına yapılmasına karşı çıkmayı gerektirirken, CHP
Yönetimi, demokrasinin onsuz olunmazı olan siyasal partilerden HDP’nin
gayrimeşru konuma düşürülmesine sessizce onay vermektedir. Anamuhalefet Partisi
görev ve sorumluluğunu üstlenen CHP Başkanı, laiklik konusunda da, AKP
Hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığı yapmış kurucusu Yakış kadar bile duyarlılık gösterememekte,
din kurallarının ana rahminden başlayarak, mezara kadar olan tüm alanlarını
kapsar boyuta erişmesine de seyircilik etmektedir. Son söz olarak, iktidarları
muhalefet yaratır. Bu nedenle, iktidarın olumsuzluklarından, yarattığı
toplumsal, siyasal ve ekonomik zararlardan, onu iktidarda sürekli kılan CHP
liderliğinin de büyük sorumluluğu bulunmaktadır.21.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder