21 Temmuz 2016 Perşembe

ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş

KADROLAŞMAYI VE MUHALEFETİ DE BECEREMEYEN KILIÇDAROĞLU’NUN CHP’Sİ

Geçen haftaki yazımdan bu yana, Türkiye’ye yönelik IŞİD kökenli saldırılar sürmekte. Önce İstanbul-Sultanahmet’te gerçekleştirilen canlı bomba ve arkasından Kilis’e yönelik roket saldırısı, yerli-yabancı tanımadan can almayı sürdürüyor.Düşmanlaştırdığınız kankanıza yönelik olarak vekalet verdiklerinizin desteğin, Eylül 2001’de ABD örneğinde olduğu gibi, size yönelmesi,üstü örtülmesi gereken bir suçun çaresizliğini bizlere yaşatmakta. Tam bu sırada,”Barış İçin Akademisyenler”in “suç ortağı olmamak için yaptıkları barışa çağrı bildirisi”, özellikle 12 Eylül 2010’daki Anayasa değişikliği sonrasında muktedirlerin azgınlaşan “düşman yaratarak” toplumu kendi çevresinde konsolide etmenin ve İŞİD saldırılarını gündemden düşürmenin fırsatına dönüştürüldü. Barış İçin Akademisyenler’e yönelik olarak başlatılan “cadı avı”, IŞİD saldırılarının  karartılmasına yetmemiş olacak ki, CHP Genel Başkanı’nın 35inci Kurultay konuşmasındaki kimi değerlendirme ve saptamalar, bu kez Kılıçdaroğlu üzerinden, hem savcılık ve hem de RTE tarafından, “yeni bir düşman” yaratılmasına aracı olarak coşkuyla(!) karşılandı. Kişisel çıkar, ikbal ve istikbaliniz ile kin ve intikam duygularınız eksenli olarak yarattığınız her düşman ve dostun, bumerang gibi kendinizi vuracağını akıldan çıkartmamanın büyük yararı vardır. Hele kumarı, analarının kuzularının kanları ve canları ile onların kefenleri üzerinden yapma hovardalığının toplumsal faturasının ağırlığı giderek artmaktadır.Bundan sakınmanın ve tez elden kişisel/grupsal ikbal ve istikbal ile, kin ve intikam duygularının frenlenmesinde, gem vurulmasında buyuk ve tarihsel bir gereklilik bulunmaktadır.Gelelim, geçen hafta sonu,35nci Olagan Kurultay’ını yapan Y-CHP üzerindeki, bu haftaya ertelediğim değerlendirmeye.

Çok partili sisteme geçtikten sonra, ender ve kısa süreli bulunduğu iktidarda muktedir ve kalıcı olamayan CHP, Kılıçdaroğlu ve ekibi eli ile, muhalefeti bile becerememe konumuna itelenmiş bulunmaktadır. Sergilenen beceriksizliği, daha gerilere gitmeksizin 7 Haziran 2015’de yapılan seçim sonrasındaki gelişmeler ile örneklemek isterim. 2012 seçimlerinden sonra, TBMM Başkanını sürekli olarak tek başına belirleyen, AKP,7 Haziran 2015 seçiminde bu olanağı yitirmiş, muhalefet 13 yıl sonra,kendi içinden, bir Başkan belirleme fırsatını ele geçirmişti. Y-CHP/Kılıçdaroğlu ana muhalefet olmanın gerektirdiği bu süreci yönetememiş, TBMM Başkanlığını, yeniden AKP’ne armağan etmiştir. Kılıçdaroğlu ve ekibi, ortak bir hükümet oluşturma konusunda da üzerine düşen görevi yapamamış, kendisine verilmeyen başbakanlık görevini, yine basın aracılığı ile Bahçeli’ye armağan etmiş ve ancak ret yanıtını almıştır. Kılıçdaroğlu ve ekibi, hükümet kurmamakla görevli AKP ekibi ile, birbirlerini keşfediş görüşmeleri ile, kamuoyunu oyalamayı başarmışlar(!) ve RTE’nun tuzağına düşerek, muhalefetin kazandığı seçimi yinelemesine katkıda bulunmuştur. Daha da kötüsü, Kılıçdaroğlu ve ekibi, Anayasal görevi ve hakkı olan “Seçim Hükümeti”nde yer almayı da ret ederek, alanı tümü ile AKP’ye terk etmiştir. Ve AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin taşlarını döşemiştir. “Çatışmasızlık” döneminde sürdürülen çözüm sürecini, trafik polisliğine soyunarak, TBMM’ne yöneltme söyleminin ötesine geçememiştir.

Devşirilmiş kadrosu ile “karmaşık takım” görüntüsü veren Y-CHP, 7 Haziran seçim sonrasını yönetememesi,Kasım seçimleri sonrasındaki yeniden üstlendiği ana muhalefet sorumluluğunu da üstlenemeyeceğine ilişkin kimi ip uçları vermeye başladı. Bu savımı kanıtlayıcı örnekleri, parti içi çekişme yada söylem çeşitliliğinden örneklemeyeceğim. Bunlar için örneklerimi, Kılıçdaroğlu’nun iki değerlendirmesi ve AKP’den ihraç edilecek kurucularından Yakış’tan örnekleyeceğim.


Kılıçdaroğlu,yeni yıl nedeni ile yazdığı yazısında, ülkenin bir bölgesinde cephe-sokak savaşı derinleşir, IŞİD saldırıları giderek tırmanırken, sanki Türkiye’de yaşamıyormuş, uzaydan Ankara’ya inmiş bir garip yaratık  gibi “Türkiye’nin üzerindeki kara bulutlar dağılacak” diyerek, Polyannacılık sergileyebilmektedir. Muhalefeti bile başaramayacağının bir başka örneği ise, 30 Aralık’ta Başbakan ile yaptığı görüşmede öne çıkanı “12 Eylül’ün izleri silinecek”diye sunmasıdır. Ufkun ötesini görerek bugünün sorunlarını çözümlemek uğraşı vermesi gerekenlerin, üzerinden 36 yıl geçmiş 1980’nin 12 Eylül ile hesaplaşmayı öne çıkarması ve günümüzün ve geleceğimizin sorunlarını, 36 yıl önceki darbeye havale etmek kolaycılığı ve hayali batağına gömüldüğünü göstermektedir. Oysa ki, günümüzde yaşanan siyasal ve rejim bunalımının kökeninde 1980’nden daha çok, 2010 12 Eylülü’nün var olduğunu görme körlüğüne düştüğünün kanıtlarından birisidir.23üncü dönemde sahnelenen anayasayı değiştirme oyunundan, 7 Haziran sonrası “hükümet nasıl kurulmaz”  tiyatrosundan sonra, varolan Anayasayı, yasaları, etik değerleri, ettikleri yemini bile büyük zevk ve iştahla ayaklarının altına alanlarla, “ özürlükçü demokrasi anayasasını” başaracağını umarak yola çıkmak, öncelikle CHP tabanının aklı ile alay etmenin ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Asgari demokratlık, kendinize yöneltilmesini istemediklerinizin, başkalarına yapılmasına karşı çıkmayı gerektirirken, CHP Yönetimi, demokrasinin onsuz olunmazı olan siyasal partilerden HDP’nin gayrimeşru konuma düşürülmesine sessizce onay vermektedir. Anamuhalefet Partisi görev ve sorumluluğunu üstlenen CHP Başkanı, laiklik konusunda da, AKP Hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığı yapmış kurucusu  Yakış kadar bile duyarlılık gösterememekte, din kurallarının ana rahminden başlayarak, mezara kadar olan tüm alanlarını kapsar boyuta erişmesine de seyircilik etmektedir. Son söz olarak, iktidarları muhalefet yaratır. Bu nedenle, iktidarın olumsuzluklarından, yarattığı toplumsal, siyasal ve ekonomik zararlardan, onu iktidarda sürekli kılan CHP liderliğinin de büyük sorumluluğu bulunmaktadır.21.01.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder