Eğitimciler Derneği (Eğit-Der)'in yayın organı "abc dergisi"nde yayımlanmak üzere istenen "Darbeler Üzerine" değerlendirmemin ilkini 1 Eylül 2016'da yazmıştım. Aşağıdaki yazım, bu yazının devamını oluşturmaktadır ve 21.yüzyılda yaşadığımız darbe ve müdahaleleri konu kılmaktadır. Üçüncü ve son yazım ise, önümüzdeki günlerde 15 Temmuz Kalkışması ve sonrasına özgülenecektir. 20.10.2016
Prof.Dr.Mustafa
Altıntaş
DARBELER ÜZERİNE (2)
YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDAKİ BAŞARISIZ DARBE GİRİŞİMLERİ :
Önceki yazımda; Türkiye’de, çok partili parlamenter
sisteme geçilmesi sonrasında yirminci yüzyılda gerçekleşen darbe ve
müdahaleleri inceleme konusu yapmıştık. Yirminci yüzyılda biri emir komuta
zinciri içinde olmayan(1960), ötekisi de, emir komuta zinciri içinde(1980) iki
askeri darbe gerçekleştirilmiştir. Her iki darbe; “ülke üzerinde egemenlik haklarının
kullanımı ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin kullanımını” düzenleyen
kuralları yeni baştan düzenlemiştir. Her iki darbe de, TBMM’ni kapatmış, ikinci
darbe ise, siyasal partileri, sendikaları ve demokratik kitle örgütlerini
kapatmış, siyasal partilerin yönetici kadrosunu da, gözetim altına almıştır.
Yirminci yüzyılda, askeri müdahale ve askerin de etkilediği iki müdahale(12
Mart 1921, 28 Şubat 1997) olmuş, her ikisinde de varolan hükümetler istifa
ederek, yerlerine, ilkinde “partiler-üstü
hükümet”, ikincisinde ise yeni bir koalisyon hükümeti kurulmuştur.
Yirminci yüzyılda başarısızlığa uğrayan iki askeri kalkışma
olmuştur. Bunlar, 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 ayaklanma girişimleridir.
İlki; ordu içindeki başlatılan atama ve gözaltına almalara karşı Harpokulu
Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir öncülüğünde girişilen kalkışma olup, kansız
olarak sonuçlanmıştır. İkincisi olan 20
Mayıs 1963 Kalkışması,birincisinin devamı olup, başlaması ile bitmiş ve
önderlerinden Talat Aydemir ile Fethi Gürcan idam edilmişlerdir. 22 Şubat 1962
Kalkışmasında evlerine gönderilen Harpokulu öğrencisi 1459’u okullarından
atılmış ve bunlar için sonradan üniversitelerde ek kontenjan açılmıştır. Bu iki
kalkışma, başarısızlık ve tasfiyeye
karşı çıkış açısından 15 Temmuz 2016 günkü kalkışma ile benzerlik taşımaktadır.
Şimdi, yirbirinci yüzyılın onaltı yılında ortaya çıkan darbe ve muhtıraları
görelim.
Yirmibirinci yüzyıl, büyük
umutlar ve büyük kutlamalar ile karşılanmıştı. Yapılan tüm değerlendirme ve
beklentilerde, barış önde gelmekte idi.BM Genel Kurulu, Eylül 2000’de, 189
üyenin katılımı ile; “gelişmiş
ülkelerle(GÜ) ile, gelişmekte olan ülkeler(GOÜ) arasında yakın bir işbirliğinin
oluşturulması”, “küresel yoksulluğun
azaltılması ve yaşam koşullarının iyileştirilerek sağlanması” amaçlı,
“Milenyum Kalkınma Hedefleri(MKH)” ni kabul etmiştir.
Bu küresel iyimserlik, çok
geçmeden tam bir karabasana dönüşmüştür. 11 Eylül 2001’de,ABD’nde iç sefer
yapan dört yolcu uçağı, El-Kaide üyesi 19 kkişi tarafından kaçırıldı. Amerikan
Airlines’in 11 sefer sayılı uçuşu ile, United Airlines’in 175 sayılı
uçuşu,New-York’taki Dünya Tucaret Merkezi’nin,sırası ile kuzey ve güney
kulelerine intihar dalışında bulundu. Kazırılan üçüncü uçak, American
Airlines’in 77 sefer sayılı uçuşu, Virginia Eyaletine bağlı Arlington County’deki ABD
Savunma Bakanlığı karargahı Pentagon’a
çarptı. Dördüncü uçak United Airlines’in 93 sefer sayılı uçağı ise, Washington
DC’yi hedeflemişti. Ancak yolcuların uçak korsanlarına yaptığı müdahale nedeni
ile Pensilvanya Eyaleti’ndeki Shanksville yakınlarına düştü.Bu saldırılar
sonrasında 19 uçak korsanı, 227 uçak yolcusu olmak üzere, toplamda 2.996 insan
yaşamını yitirmiştir.
Başlangıçta
saldırının sorumluluğunu kabul etmeyen El Kaide’nin lideri Usame Bin Ladin, 2004 yılında
yayımladığı video ile, saldırıların sorumluluğunu üstlendi. Bin Ladin ile El
Kaide’nin peşine düşen ABD, birçok ülke ile birlikte, “Terörizmle Savaş” adı
verilen kampanya eşliğinde Afganistan ile savaşa girdi. Ladin Mayıs 2011’de bir
operasyonla öldürüldü.
Türkiye de,
yirmibirinci yüzyıla önemli siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarla girdi.
Yirminci yüzyılın son yılı olan 1999’un 28 Mayıs’ında, Ecevit’in başkanlığında,
DSP,MHP ve ANAP tarafından “uzlaşma
ve atılım hükümeti” olarak kurulan 57. TC Hükümeti; görev süresi içinde
yaşanan “2000 Türkiye Finansal Krizi”, 2001 Türkiye
Ekonomik Krizi” ve "Kara Çarşamba" olarak da
tarihe geçen Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden” ve Başbakan
Ecevit’in sağlık sorunlarından ve MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı
Bahçeli’nin önerisi üzerine, 31 Temmuz 2002’de
alınan erken seçim kararı gereğince sona ermişti. 3 Kasım 2002’de
yapılan genel seçimler, parlamento içindeki tüm partilerin parlamento dışında
kalması sonucunu verdi. Parlamento, 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi parlamentoda
dışında kalmış olan CHP ve yeni kurulan AKP’den oluşmuştur. 18 Kasım 2002’de
Abdullah Gül başkanlığında kurulan 58. TC Hükümeti yeni bir dönemin de başlangıcını
oluşturmuş ve 2000’li yıllara damgasını vurmuştur.
AKP, 18 Kasım 2002’den başlayarak, günümüze
kadar 8 hükümet kurmuştur. Halen iş başındaki hükümet, 65 inci TC Hükümeti’dir.
Bu sekiz hükümetin ilkine Gül, izleyen üçüne Recep Tayyip Erdoğan, üçüne Ahmet
Davutoğlu başkanlık etmiş, sonuncusu olan günümüzdekine de Binali Yıldırım
başkanlık etmektedir.
Yirmibirinci yüzyıl, kürede olduğu gibi,
Türkiye’de de ekonomik ve siyasal krizle başlamıştır. Kurulduğundan bu yana,
kendi ülkesinde saldırıya uğramamış olan ABD’nin terör örgütü tarafından
kalbinden vurulması, kürenin yeniden biçimlendirilmesinin, bu nedenle “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”nin
yaşama geçirilmesinin işaret fişeği olmuştur. Türkiye’de ise, siyasal alt-üst
olmanın yanı sıra, buna eşlik eden ekonomik ve finansal kriz, laik,demokratik
Cumhuriyetin, “Ilımlı (küresel
efendilere uyumlu)İslam Cumhuriyeti Projesi”nin kurum ve
kurallaştırılmasının önünü açmıştır.
Yirmibirinci yüzyıl, hem küresel ve hem de
ülkesel temelde, kriz olgusunun yaratılması ve canlı tutulması ile, güçlü
liderliğin toplumlara benimsetilmesinin, boyun eğdirilmenin aracı olarak
kullanılmıştır.Bu bağlamda yirmibirinci yüzyılın ilk onaltı yılında,
demokratikleşme,giderek yerini otokratikleşmeye dönüşmüş, “başbuğculuk”, “Reisçilik”,
“Başkancılık” biçimine bürünmüştür.
AKP de, başlangıçtan bu yana, toplumu “güçlü liderliğine” razı etmek, boyun
eğdirmek için, kriz algısını yaratmış ve yürütmüştür. Ve tasfiye etmek,
saygınlığını param-parça etmek istediği her kurumu ve kuralı “kriz algısı”nın yaratılması konusunda
kullanmıştır. Krizin tarafları bazen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bazen
Milli Güvenlik Kurulu, bazen YÖK ve üniversiteler, Bazen CHP, bazen MHP, bazen
TSK, bazen PKK- PYD, bazen HDP, bazen Mısır’da yapılan Sisi Darbesi, bazen
Esad, bazen AB, bazen ABD, bazen Rusya, bazen Irak Yönetimi ve son olarak da
Gülen Hareketi(yargı kararı olmaksızın,yönetimsel kararla terör örgütü olarak
tanımlanan FETÖ) olurken, krizin üreticisi olarak da AKP ve O’nun her
zaman başkanı ve AKP Hükümetlerinin
sürekli başbakanlığını da dirençle sürdüren RTE olmuştur. Kriz algısı yaratma
girişimleri, yaratılmak istenilen algı açısından yararlı ve kullanılışlı olmuş
ve muhalefet partilerinin bile “güçlü
liderliğe” katlanmaları/kabullenmeleri ile sonuçlanmıştır.17-25 Aralık
2013’den sonra kriz algısının yaratılmasının odağıolarak hedef alınan Gülen
Hareketi, gizemi korunan 15 Temmuz 2016’daki “Yararlı Salaklar Hareketi” olarak, başarısızlığa mahkum silahlı kalkışma
ile doruk noktasına varmıştır. 15 Temmuz 2016 Kalkışmasına kadar ki kriz
üretimi, AKP’nin kendi tabanının konsolide olmasını sağlarken, 15 Temmuz 2016
Kalkışması, sıkça dillendirilen 241 şehit ve ikibini aşkın yaralı söylemi,tüm
toplumun güçlü liderlik çevresinde bütünleşmesine katkıda bulunmuştur “ Yenikapı Şenliği”, kürsüye arda arda
konuşmacı olarak çıkan Cumhurbaşkanı,Başbakan, CHP ve MHP Genel Başkanları ve
15 Temmuz’da gözetim altına alınan Genelkurmay Başkanı bu “konsolidasyonun”(!) yadsınmaz kanıtını oluşturmaktadır.(sürecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder