22 Ekim 2016 Cumartesi


Eğitimciler Derneği (Eğit-Der)'in yayın organı "abc dergisi"nde yayımlanmak üzere istenen "Darbeler Üzerine" değerlendirmemin ilkini 1 Eylül 2016'da yazmıştım. Aşağıdaki yazım, bu yazının devamını oluşturmaktadır ve 21.yüzyılda yaşadığımız darbe ve müdahaleleri konu kılmaktadır. Üçüncü ve son yazım ise, önümüzdeki günlerde 15 Temmuz Kalkışması  ve sonrasına özgülenecektir. 20.10.2016

Prof.Dr.Mustafa Altıntaş

DARBELER ÜZERİNE (2)

YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDAKİ BAŞARISIZ DARBE GİRİŞİMLERİ :

Önceki  yazımda; Türkiye’de, çok partili parlamenter sisteme geçilmesi sonrasında yirminci yüzyılda gerçekleşen darbe ve müdahaleleri inceleme konusu yapmıştık. Yirminci yüzyılda biri emir komuta zinciri içinde olmayan(1960), ötekisi de, emir komuta zinciri içinde(1980) iki askeri darbe gerçekleştirilmiştir. Her iki darbe; “ülke üzerinde egemenlik haklarının kullanımı ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin kullanımını” düzenleyen kuralları yeni baştan düzenlemiştir. Her iki darbe de, TBMM’ni kapatmış, ikinci darbe ise, siyasal partileri, sendikaları ve demokratik kitle örgütlerini kapatmış, siyasal partilerin yönetici kadrosunu da, gözetim altına almıştır. Yirminci yüzyılda, askeri müdahale ve askerin de etkilediği iki müdahale(12 Mart 1921, 28 Şubat 1997) olmuş, her ikisinde de varolan hükümetler istifa ederek, yerlerine, ilkinde “partiler-üstü hükümet”, ikincisinde ise yeni bir koalisyon hükümeti kurulmuştur.

Yirminci yüzyılda başarısızlığa uğrayan iki askeri kalkışma olmuştur. Bunlar, 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 ayaklanma girişimleridir. İlki; ordu içindeki başlatılan atama ve gözaltına almalara karşı Harpokulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir öncülüğünde girişilen kalkışma olup, kansız olarak sonuçlanmıştır. İkincisi  olan 20 Mayıs 1963 Kalkışması,birincisinin devamı olup, başlaması ile bitmiş ve önderlerinden Talat Aydemir ile Fethi Gürcan idam edilmişlerdir. 22 Şubat 1962 Kalkışmasında evlerine gönderilen Harpokulu öğrencisi 1459’u okullarından atılmış ve bunlar için sonradan üniversitelerde ek kontenjan açılmıştır. Bu iki kalkışma, başarısızlık  ve tasfiyeye karşı çıkış açısından 15 Temmuz 2016 günkü kalkışma ile benzerlik taşımaktadır. Şimdi, yirbirinci yüzyılın onaltı yılında ortaya çıkan darbe ve muhtıraları görelim.
Yirmibirinci yüzyıl, büyük umutlar ve büyük kutlamalar ile karşılanmıştı. Yapılan tüm değerlendirme ve beklentilerde, barış önde gelmekte idi.BM Genel Kurulu, Eylül 2000’de, 189 üyenin katılımı ile; “gelişmiş ülkelerle(GÜ) ile, gelişmekte olan ülkeler(GOÜ) arasında yakın bir işbirliğinin oluşturulması”, “küresel yoksulluğun azaltılması ve yaşam koşullarının iyileştirilerek sağlanması” amaçlı, “Milenyum Kalkınma Hedefleri(MKH)” ni kabul etmiştir.

Bu küresel iyimserlik, çok geçmeden tam bir karabasana dönüşmüştür. 11 Eylül 2001’de,ABD’nde iç sefer yapan dört yolcu uçağı, El-Kaide üyesi 19 kkişi tarafından kaçırıldı. Amerikan Airlines’in 11 sefer sayılı uçuşu ile, United Airlines’in 175 sayılı uçuşu,New-York’taki Dünya Tucaret Merkezi’nin,sırası ile kuzey ve güney kulelerine intihar dalışında bulundu. Kazırılan üçüncü uçak, American Airlines’in 77 sefer sayılı uçuşu, Virginia Eyaletine bağlı Arlington County’deki ABD Savunma Bakanlığı karargahı  Pentagon’a çarptı. Dördüncü uçak United Airlines’in 93 sefer sayılı uçağı ise, Washington DC’yi hedeflemişti. Ancak yolcuların uçak korsanlarına yaptığı müdahale nedeni ile Pensilvanya Eyaleti’ndeki Shanksville yakınlarına düştü.Bu saldırılar sonrasında 19 uçak korsanı, 227 uçak yolcusu olmak üzere, toplamda 2.996 insan yaşamını yitirmiştir.

Başlangıçta saldırının sorumluluğunu kabul etmeyen El Kaide’nin  lideri Usame Bin Ladin, 2004 yılında yayımladığı video ile, saldırıların sorumluluğunu üstlendi. Bin Ladin ile El Kaide’nin peşine düşen ABD, birçok ülke ile birlikte, “Terörizmle Savaş” adı verilen kampanya eşliğinde Afganistan ile savaşa girdi. Ladin Mayıs 2011’de bir operasyonla öldürüldü.

Türkiye de, yirmibirinci yüzyıla önemli siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarla girdi. Yirminci yüzyılın son yılı olan 1999’un 28 Mayıs’ında, Ecevit’in başkanlığında, DSP,MHP ve ANAP tarafından  “uzlaşma ve atılım hükümeti” olarak kurulan 57. TC Hükümeti; görev süresi içinde yaşanan “2000 Türkiye Finansal Krizi”, 2001 Türkiye Ekonomik Krizi ve "Kara Çarşamba" olarak da tarihe geçen Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden” ve Başbakan Ecevit’in sağlık sorunlarından ve MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bahçeli’nin önerisi üzerine, 31 Temmuz 2002’de  alınan erken seçim kararı gereğince sona ermişti. 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimler, parlamento içindeki tüm partilerin parlamento dışında kalması sonucunu verdi. Parlamento, 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi parlamentoda dışında kalmış olan CHP ve yeni kurulan AKP’den oluşmuştur. 18 Kasım 2002’de Abdullah Gül başkanlığında kurulan 58. TC Hükümeti yeni bir dönemin de başlangıcını oluşturmuş ve 2000’li yıllara damgasını vurmuştur.

AKP, 18 Kasım 2002’den başlayarak, günümüze kadar 8 hükümet kurmuştur. Halen iş başındaki hükümet, 65 inci TC Hükümeti’dir. Bu sekiz hükümetin ilkine Gül, izleyen üçüne Recep Tayyip Erdoğan, üçüne Ahmet Davutoğlu başkanlık etmiş, sonuncusu olan günümüzdekine de Binali Yıldırım başkanlık etmektedir.

Yirmibirinci yüzyıl, kürede olduğu gibi, Türkiye’de de ekonomik ve siyasal krizle başlamıştır. Kurulduğundan bu yana, kendi ülkesinde saldırıya uğramamış olan ABD’nin terör örgütü tarafından kalbinden vurulması, kürenin yeniden biçimlendirilmesinin, bu nedenle “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”nin yaşama geçirilmesinin işaret fişeği olmuştur. Türkiye’de ise, siyasal alt-üst olmanın yanı sıra, buna eşlik eden ekonomik ve finansal kriz, laik,demokratik Cumhuriyetin, “Ilımlı (küresel efendilere uyumlu)İslam Cumhuriyeti Projesi”nin kurum ve kurallaştırılmasının önünü açmıştır.

Yirmibirinci yüzyıl, hem küresel ve hem de ülkesel temelde, kriz olgusunun yaratılması ve canlı tutulması ile, güçlü liderliğin toplumlara benimsetilmesinin, boyun eğdirilmenin aracı olarak kullanılmıştır.Bu bağlamda yirmibirinci yüzyılın ilk onaltı yılında, demokratikleşme,giderek yerini otokratikleşmeye dönüşmüş, “başbuğculuk”, “Reisçilik”, “Başkancılık” biçimine bürünmüştür.

AKP de, başlangıçtan bu yana, toplumu “güçlü liderliğine” razı etmek, boyun eğdirmek için, kriz algısını yaratmış ve yürütmüştür. Ve tasfiye etmek, saygınlığını param-parça etmek istediği her kurumu ve kuralı “kriz algısı”nın yaratılması konusunda kullanmıştır. Krizin tarafları bazen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bazen Milli Güvenlik Kurulu, bazen YÖK ve üniversiteler, Bazen CHP, bazen MHP, bazen TSK, bazen PKK- PYD, bazen HDP, bazen Mısır’da yapılan Sisi Darbesi, bazen Esad, bazen AB, bazen ABD, bazen Rusya, bazen Irak Yönetimi ve son olarak da Gülen Hareketi(yargı kararı olmaksızın,yönetimsel kararla terör örgütü olarak tanımlanan FETÖ) olurken, krizin üreticisi olarak da AKP ve O’nun her zaman  başkanı ve AKP Hükümetlerinin sürekli başbakanlığını da dirençle sürdüren RTE olmuştur. Kriz algısı yaratma girişimleri, yaratılmak istenilen algı açısından yararlı ve kullanılışlı olmuş ve muhalefet partilerinin bile “güçlü liderliğe” katlanmaları/kabullenmeleri ile sonuçlanmıştır.17-25 Aralık 2013’den sonra kriz algısının yaratılmasının odağıolarak hedef alınan Gülen Hareketi, gizemi korunan 15 Temmuz 2016’daki “Yararlı Salaklar Hareketi”  olarak, başarısızlığa mahkum silahlı kalkışma ile doruk noktasına varmıştır. 15 Temmuz 2016 Kalkışmasına kadar ki kriz üretimi, AKP’nin kendi tabanının konsolide olmasını sağlarken, 15 Temmuz 2016 Kalkışması, sıkça dillendirilen 241 şehit ve ikibini aşkın yaralı söylemi,tüm toplumun güçlü liderlik çevresinde bütünleşmesine katkıda bulunmuştur “ Yenikapı Şenliği”, kürsüye arda arda konuşmacı olarak çıkan Cumhurbaşkanı,Başbakan, CHP ve MHP Genel Başkanları ve 15 Temmuz’da gözetim altına alınan Genelkurmay Başkanı bu “konsolidasyonun”(!)  yadsınmaz kanıtını oluşturmaktadır.(sürecek)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder