Gününüz aydınlıklar içinde olsun.
Dostu olmaktan onur duyduğum ve yazdıklarından,söyleşilerinden,konferanslarından çok şey öğrendiğim değerli meslektaşım Prof.Dr.Ali DEMİRSOY"un aşağıdaki değerlendirmesini okuyun ve yine okuyun.Ülkemizin ve kendi sorunlarımızın neden çözüm bulmadığını görecek, çocuklarımıza karşı işlenen ihanete sezsizce katlandığımız için,kendi çocuklarımızla,uğrunda var olan herşeyimizi gözden çıkarttığımız çocuklarımızla nasıl yabancılaştığımızı,onlara yönelik ihanetin nasıl ortağı olduğumuzu anlayacak ve belki de onlarla birlikte,kendi aile mutluluğumuzu,çocuklarımızı yeniden kazanmak için neler yapmamız gerekeni kavrayabileceğiz.Esenlik dileklerimle.02.10.2016
SOSYAL DEVLETİN GÖRÜNMEYEN ÇÖKÜŞÜ
Okullarda okurken, yurttaşlık dersinden başlayarak her kademede devlet tarif edildi. Daha sonra günlük yaşamla karşı karşıya geldiğimizde farkında olmadan devlet niye vardır diye sorgulamaya başladık. Aslında bu sorgulamayı bir devlette yaşayan herkes yapmıştır. Kendilerine göre çeşitli tarifler yapmış olsalar dahi, bu gün dünyada var olan devletlerin hemen tümünde, vatandaşlar, hem anlam hem de işlev bakımından bir devletin şu dört ana işlevinin olduğunda fikir birliğindedir.
1. Güvenliği sağlama
2. Adaleti sağlama
3. Sağlığı sağlama
4. Eğitimi sağlama
Bir devletin devlet olduğunun ve yönetiminin başarısını bu dört unsurun ya da görevin yeterliliği gösterir. Vatandaşlar da devletine öncelikle bu dört görevin yerine getirilmesi için kazandıklarının belirli bir miktarını vergi olarak verirler. Aslında bu dört görevin gereği gibi yapılması birbirine bağlıdır; ancak bir tanesi özellikle aksarsa hepsinin aksaması kaçınılmazdır. Bu görev eğitim görevidir. Diğer görevleri de zaman içinde ele alıp irdelemek üzere bırakıp, yıllarca içinde bulunduğum ve bizzat görev yaptığım eğitim alanında görüşlerimi bildirmek isterim.
Milletimiz her ne kadar geçmişi açısından eğitime yatkın değilse de, son 90 yılda bazen zorla; ancak çoğunluk gönüllü olarak çocuklarını en iyi şekilde eğitme arzusundadır. Hemen herkes çocuğuna iyi bir okulda okutma ve sonunda geçerli bir meslek edindirme arzusundadır. Bunun için çoğunun büyük özveriler yaptıklarına da tanık olmaktayız.
Herhalde gelişmiş ülkelerin çoğunda; ancak benim bizzat tanık olduğum Kuzey Avrupa ülkelerinde bir çocuk okuma çağına gelince, kural olarak evine en yakın, çoğunluk yürüme mesafesinde bulunan bir okula kaydolur. Aile sadece kaydını yaptırır. Eğitimdeki araç ve gereçler, kitaplar ve kırtasiye devlet tarafından karşılanır. Ülkenin kuzeyi ile güneyi, batısı ile doğusu arasında sınıflardaki öğrenci yoğunluğu, öğretmen kalitesi , okul olanakları ve eğitim araçları bakımından hiçbir fark yoktur. Ülkenin bir ucundaki A okulunun bir sınıfından bir öğrenci ülkenin öbür ucundaki B okuluna geçiş yaptığında yeni okulunda yeni edindiği arkadaşlarının haricinde hiçbir zorlukla karşılaşmaz.
Orta eğitim bittiğinde kural olarak öğrencilerin hemen hemen tümü:
1. Anadili haricinde bir (çoğunluk iki) yabancı dili zorluk çekmeden konuşup yazacak duruma gelmiştir.
2. En az bir sporu kuralları ile neredeyse profesyonel bir düzeyde yapacak duruma gelmiştir. Kural olarak hepsi stil yüzme öğrenmiştir.
3. Bir müzik aletini nota ile amatörce çalacak duruma gelmiştir.
4. Okullarda açılan kurslarda, isteyene, bale, jimnastik, satranç, drama, tiyatro, uzak doğu sporları vs, düşük bir ücretle ya da ücretsiz olarak iş olsun diye değil ciddi olarak öğretilmiştir.
Aile elini cebine atmadan, akşam sabah yollara düşmeden; sabah çocuğunu evinden yolcu ederek, akşam kapıyı açıp içeri alarak eğitim dönemini kapatır.
Öğretmen karar vericidir
İlkokulda iyi yetişmiş, yetenekli, alanını iyi bilen danışman öğretmenler, çocuğu eğitim süreci içinde dikkatle izlerler, yeteneklerini, eğilimlerini, zayıf ve güçlü taraflarını not eder ve eğitim süresinin içinde ve daha sonra okulun bitiminde aileye, bu çocuğun daha sonra hangi okullara gidebileceğini, ilgi alanını, başarılı olabileceği meslek gruplarını söyleyerek, onlara önerilerde bulunur ve aile de bu öneriye çoğunluk ciddi olarak uyar.
Dönüp benim ülkeme bakıyorum. Hiç kimse kural olarak evinin yakınındaki okuldan memnun değildir. Uzaktaki bir okulun daha iyi olduğu inancı yaygındır. Bu nedenle büyük bir şehrin batısında oturanlar çocuklarını doğudaki, doğuda oturanlar da batıdaki bir okula ya da kuzeydekiler güneydekine, güneydekiler kuzeydeki bir okula çoğunluk paralı olarak yazdırırlar. Eğitim kalitesini iyileştirme için yönetimleri sıkıştırma yerine, bu özverilerini övünerek her fırsatta dile getirirler. Böylece mızıklayan çocuklarını sabahın köründe yalvara yakara kaldırır, zor bela ağızlarına bir şeyler koyarak epeyi bir para ödedikleri servise bindirirler. Böylece ülkemin şehirlerinin yolları sabahları okul servisleri ile dolar, çocuklar yorgundur; yollarda uyurlar; yoğun trafikten dolayı egzoz dumanları içinde akciğerlerinin zarı kalınlaşır yaşamı boyunca soluk alırlar, ancak yeterli oksijen alamazlar. Enfeksiyonlara davetiye çıkarırlar. Akşam aynı trafik sıkıntısı ile eve dönerler ve aile, çocuklar yemeği yer yemez ödev yapmaya, test çözmeye zorlar. Ana baba ve kardeşlerin aile bütünlüğünün harcını oluşturacak muhabbete ve eğlenmeye hiç vakit kalmamıştır; çünkü çocuklar sabahları erken kalkmak zorundadırlar. Ayrıca servis sektörü hizmet sektörü olmaktan çıkmış, çoğunluk kıran kırana çarpışılan ve bazen kirli ilişkilerin kurulduğu bir sektör halini almıştır.
Sosyal çöküşle birlikte yeni bir aile yapısı da ortaya çıktı. Çocuk ailesiyle biraz konuşup şakalaşma istediğinde, ana baba hemen “matematik testini çözdün mü, şu dersin testlerini bitirdi mi?” Diyerek gülmesini orada kesmeye başlamıştır. Çocuklarımız artık gülmeyi ve kendilerine zaman ayırmayı da unutmuştur. Akşam eve geldiklerinde kapıda yapılan ilk sorgulama ”bugün testlerden kaç üzerinden kaç aldı” sorusu ile başlamaktadır. Test kitaplarının dışında kitap okuma tabu olmuştur ve okumadan sayılmaz. Belki farkında değilsiniz, psikolojisi hiç de normal olmayan bir gençlik yetiştiriyoruz.
Ekonomik açıdan bakıldığında aile servise önemli para öder; servis arabaları gereksiz yere yakıt harcar; şoförler ve arabalar çoğunluk bir sabah bir de akşam servisinde kullanıldığı aradaki boş vakitte ense yapıldığı için büyük bir iş kaybına; trafiğin en önemli saatlere sıkışmasına neden oldukları için diğer insanların da zaman yitirmesine ve en kötüsü de zaman zaman oluşan trafik kazaları ile yaşamlarını yitirmesine neden olunur.Sadece İstanbul’da 2016 tarihinde otobüs-minibüs olarak öğrenci servis sayısı 16.000 olarak ilan edildi. Buna ailelerin ya da özel şoförlerin taşıdıkları dâhil değil. Zaman yitirilmesinin ve trafikte tıkanmaların haricinde lastik, yedek parça, yakıt kullanma, yolları aşındırma ile ülkeye yüklenen ekonomik yük de üstüne cabasıdır.
Ana baba kazandıklarının tümünü, eğer ailelerinden birkaç mal kalmışsa onları da satar, özel okullara, vakıflara (!), kolejlere göndermeye uğraşırlar. Aileler yemezler, içmezler, eğlenmezler, herhangi bir hobiye yanaşamazlar, ellerindeki avuçlarındaki birkaç kuruşu servise, okula, özel okulların fahiş fiyatlı kantinine, işbirliği ile dayatılan inanılmaz pahalı yabancı dil ve yardımcı kitaplarına verirler. Bu arada ve daha sonra devlet tarafından verilmesi gereken bilgi ve becerileri kazanmak için paralı kurslara göndermeye başlarlar. Çocuk biraz zayıf ve ilgisiz ise bu yarışta geri kalmaması için saati yüzlerce liraya özel hocalar tutarlar. Sosyal devlette devlet tarafından kazandırılması gereken bilgi ve beceriler için hemen herkesi yaşamının bir döneminde geçmek zorunda olduğu kurslardan bazıları:
1. Üniversite hazırlık kursu (en az 1-2 yıl) ve duruma göre özel öğretmen
2. Yabancı dil kursu bazen anaokulundan meslek edinilinceye kadar ve duruma göre özel öğretmen
3. Yüzme, basketbol, voleybol, jimnastik ve benzeri sporlar için kurslar
4. Saati yüzlerce lira olan müzik (gitar, keman, piyano ve benzeri) ve bale kursları
5. Saati yüzlerce lira olan okul derslerini takviye amaçlı özel dersler
Artık ailenin cumartesi-pazar tatili kalmamıştır; elde çocuk kurs kurs dolaşarak onları eğitme peşine düşmüşlerdir. Bu kursların bir kısmı da çoğunluk yeterli değildir. Bu nedenle ana baba deli dana gibi ucuz ve güvenilir kurs bulma için yollardadır.
Parasal sıkıntı bir yandan, ailenin bir araya gelip sohbetlerle sevgi bağlarını güçlendirme olanağını bulamaması bir yandan, daha da sıkıntısı bunca kurstan sonra çocuğun geleceğini güvenceye alacak bir eğitim kurumuna kapağı atamaması, insanları, çocukları, aileleri bunalıma sürüklemiştir. Bu bunalım ailenin iç düzenini de allak bulak etmiştir. İnsanların birbirine saygısı, müsamahası kalmamıştır. Ailenin bireyleri barut fıçısına dönmüştür. En küçük bir söz tartışmayı ve şiddeti getirmektedir. Hem aile içinde hem de sokakta birbirinin yüzüne sevgi ile bakan, gülümseyen, içten sevgi ile günün aydın olsun diyen, ufak tefek olumsuzlukları gülümseyerek görmezden gelen ya da affeden toplum olmaktan çıkmış, en küçük bir sürtüşmeyi kavgaya ve saldırıya çeviren bir toplum olmuştur. Birbirine güvenen insan sayısı oranı bakımından dünyanın en dip sırasına oturduk (birbirine güvenen insan sayısı bu ülkede %3’müş). Birbirine gülerek günün aydın olsun diyen insan sayısı hızla azalmaktadır. Herkesi potansiyel tehlike olarak görenlerin sayısı da patlarcasına artmaktadır. Yaşlıya, hastaya, çocuğa, kadına, hamileye özen gösteren, yol veren, yer veren insan sayısı gün be gün azalmaktadır. Harcadığının karşılığını alamayan pesimist (kötümser) insan ruh haleti milli özelliğimiz olmuştur.
Hiç kimse iyi eğitim görmüş çocuğunun daha sonra hak ettiği yerlere geleceğinden emin değildir. Bunca emeğe karşı, çocuğunun siyasi tercihlerle bir yerlere gelmiş, orta zekâlı, eğitimsiz, basiretsiz, yeteneksiz dünyadan haberi olmayan, yaşamını desiselerle süslemiş birilerinin emrinde çalışmak zorunda kalacağını sayısız örnekle görerek kahrolmaktadır.
Çünkü atamalar, yükseltmeler politik görüşe ve yandaşlığa göre yapılan bir ülkeye dönmüştür. İş arayan bir gence ilk sorulan “oğlum ya da kızım torpilin, dayın, siyasi gücü olan bir tanıdığın var mı?” sorusu olmaktadır. Zaman zaman atamalar için rüşvet ve bazı ödentiler yapılması gerektiği söylentileri insanları iyice çileden çıkarmaktadır.
Sonunda, ailenin ve dolaylı olarak bu ülkenin bin bir emek ve harcama ile yetiştirdiği başarılı mezunlar canlarını yabancı ülkeye atma peşindedirler. Benim çeşitli kurs ve eğitimimde yetiştirdiğim öğrencilerimin hemen hiç biri ne yazık ki artık bu ülkede değillerdir. Aile de çocuğunun karşısında mum gibi erimesine dayanamaz, onun ruhsal olarak çökmesine razı olmaz ve elinde kalan birkaç kuruşu da gözden çıkararak “geçici bir süre yurt dışına gitmesiyle hem bilgisini hem de bir türlü doğru dürüst öğrenemediği yabancı dilini pekiştirir duygusu ile” ülkeyi terk etmesine ses çıkarmaz. Yüreğine taş basarak onu yolcu eder. Geleceği günleri ve yaşayacağı mutlu günleri düşünerek avunur.
Genç, yine de milli duygularını tümüyle yitirmediği için, bir gün gelip ülkesine dönerek bu ülkenin aksayan işlerini düzeltme hayali ile yola koyulur. Gidiş o gidiştir… İlk birkaç yılda ana-baba ziyaret edilir. Bu ziyaretler gittikçe seyrekleşir ve yıllar sonra ana-baba bir kıtada, çocuk başka bir kıtada ömürlerini tüketirler. Zaten belirli bir süreden sonra gelseler de günlük konuşma dili, olayları anlamadaki yaklaşım, mantık, günlük yaşam tarzı o kadar farklılaşmıştır ki, eski bağları yaşatmaları hemen hemen mümkün olamaz. Birbirlerinin yaşam tarzını artık anlayamazlar…
Önemli olan sadece yetenekli ve bilgili genç yetiştirme değildir. Önemli olan onları bu ülkede tutup, olması gereken yerlere yükseltebilmedir. Birkaç yalakanın, işbirlikçinin, politik bağnazlığının esiri olan insanların değirmeninde öğütmemektir.
Dünyanın tüm ülkelerini bilmem; ancak bildiklerim içinde çocuklarını bu kadar haince ve bilinçsizce ticari emtia yapan bir ülke görmedim diyebilirim. Üniversite mezunu işsiz ordusunun gerçek rakamının %38 olduğu söyleniyor. Aslında bu rakam da doğru değildir. Çünkü bir meslek alanından mezun olup da o alanda çalışanları bu rakama sokarsak, kendi konusunda çalışmayanların oranının %60’lara bile çıktığını görebiliriz. Birçok insan mezun olduğu okulda verilen yabancı dilden dolayı bir çeşit tercüman gibi kullanılmak üzere işi alınmaktadır.
Devlet okullarında öğrenci sayısı bakımından sınıflar olması gerekenin iki katı; öğretmelerin belirli bir kısmı meslekten gelme değil, bir zamanların politik furyalarından atanmış, eğitimle ilgili olmayan mesleklerdendir. Okullardaki araç gereç olanağı genellikle çok kötüdür. Birkaç malzeme varsa okulların koridorlarındaki “fen bilgisi” dolaplarında camekânların içinde öğrencilerin sadece seyrine sunulmuş durumdadır. Eğer okul aile birlikleri çok titiz değilse etütler ve okul içi kurslar tam bir tiyatrodur. Adı var sanı yoktur. Bugüne kadar dışarıdan ek bir eğitim almamışsa bu kurslardan dil öğrenerek, bir sporu kurallarına göre tam yaparak, bir müzik aletini çalarak mezun olan hiç kimseyi görmedim. Müzik, spor, estetik konular beynin sol yarısını, sayısal ve fen bilimlerinin sağ yarısını geliştirdiği biliniyor. Her ikisini geliştiren eğitim sistemlerinde birey yaratıcı oluyor. Bu ülke beyninin sol yarısını geliştirecek eğitimi veremiyor. Türk eğitimi siyah yazılmış bir kökü anlama ile, altında yer alan beş seçeneğin içinden doğruyu bulmaya odaklanmış durumda. Hepimiz bir kandırmaca içindeyiz. Devlet bütün bu çarpıklığın üstüne bir türlü gitmiyor, gidemiyor. Veliler okulun haricinde çocuğuma bir şeyler öğretebilirim diye sokak sokak, kurs kurs dolaşıyor.
Başarıl devlet okulları var mı? Var. Bunlar ya gelir düzeyi yüksek olan ya da eğitim düzeyi yüksek olan mahallelerde kurulmuş olan ya da okul yönetimi ve öğretmenlerin olağanüstü gayretleri sonucunda kendini tanıtmış okullardır. Her okulda olduğu gibi bu okullarda da kayıt zamanı kapıya büyük bir yazı ile “bu okula sadece MERNİS kayıtlarına göre, bu mahallede oturanların çocuklarının kaydı yapılır” diye yazı asılır. Okul açılır, bir de bakarsınız ki okulun bahçesinde şehrin öbür ucundaki mahallelere servis yapan minibüsler sıra sıra dizilmiştir. Çocuğunuzun sınıfına girersiniz, çocuğa oturacak yer, soluyacak hava kalmamıştır. Öğretmen bile sıralar arasında gezemez duruma düşmüştür. Çünkü şu bakanın bu bakanın ya da yöneticinin bizzat telefonu ya da ricası (!) üzerine okul yönetimi şehrin ta öbür yakasındaki çocukların kaydını yapmak zorunda kalmıştır. Bu torpili bulamayanlar mahalle değiştirerek okula yakın bir yerden geçici ya da kalıcı olarak ev tutarak kayıt işini çözmeye çalışmaktadırlar. Bir zamanlar da kayıt için su, elektik ya da gaz faturası isteniyordu. O zamanlar Ankara Bahçelievler’de oturuyordum. Kayıt zamanı şehrin ta uzaklarında oturan onlarca insan çocuklarını Deneme Lisesi’ne kayıt edebilmek için bana evimin su, elektrik ya da gaz makbuzunu vermem için yalvarırlardı. Böylece ahlaksızlık, rüşvet, adam kayırma, yasa dışı uygulamalara göz yumma ilkokuldan başlar ve ömür boyu da devam eder. Sosyal devlet gitmiş, alavere dalavere ile geleceğini arayan bir devlete dönüşmüştür. Eğitiminizi ticarete döktüğünüzde tüm değerlerinizin ticarete alet edilmesinin kapısı açılmış demektir.
Kıyma makinesinden çocuğunu kurtarmak isteyen aileler ister istemez görünüşü itibariyle daha çekici gelen özel okullara yönelir. Özel okul sosyal devletin temel taşlarının yerinden oynatılmasının habercisidir. Çünkü devletin en önemli görevi olan eğitim ticari meta haline getirilmiştir. Mezun olanlar da kendilerine harcanan bunca parayı şu ya da bu şekilde geri kazanmanın peşine düşmek zorunda hissederler. Sonuçta sosyal devlet mantığına ters olan bir kuşak yetişir. Ahlaka, kurallara, yasalara uysun ya da uymasın fırsat yakalandığında kazanma ve devletin bir yerlerini kemirme temel öğreti ve mantık olmuştur. Haberleri dinleyen, gazete okuyan ve son 40 yıldır bu ülkenin rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, yetkiyi kötüye kullanma öykülerini dinleyen birinin bunları anlamaması mümkün değildir.
Sosyal devleti ayrıca vatandaşları arasında gelir ve yükümlülük farklarını en aza indirmiş devlet olarak da tanımlayabiliriz. Vatandaşlar temel gereksinmeleri bakımından eşit muamele görür ve yükü eşit paylaşırlar. Bu ülkede kaba bir rakam ile nüfusun %20’si ülke gelirinin %80’sini elinde bulundurmaktadır. Büyük bir kısmının –onu da bulabilirlerse- asgari geçim ücreti ile çalıştığını düşünürsek ve asgari geçimin de 2016 yılı itibariyle 1300 TL olduğunu (yılda yaklaşık toplam 15.000 TL) düşünürsek eğitim için önümüze konan faturanın sosyal devlet yapısıyla nasıl uyumlu olduğunu daha iyi öğrenebiliriz.
Bu asgari ücretli sadece bir tek çocuk yapmış ve onu doğru dürüst bir insan olarak topluma kazandırmak istemişse mahallesindeki tıkış tıkış okulu da gözü kesmemiş ya da her mahalleye kurulmuş olan ve çeşitli özendirmelerle ya da devlet düzenli liselerinin sınavını kazanamama ile imam hatip okullarına gönderilme zorunluluğunda bırakılmış ise ve aile çaresizlikten çocuğunu özel okula göndermek istemişse:
25.000-50.000 Tlözel okul ücreti
5.000-6.000 Tl servis ücreti (kilometre başına ayda 175 TL)
4.000-6.000 TL yemek ücreti
2.000 (en az) TL kantin giderleri
3.000-5.000 TL dayatılan yabancı dil kitapları ya da yardımcı kitaplar
2.000-.3.000 TL çeşitli kırtasiye
Aile çocuğunu, eli yüzü düzgün bir devlet okuluna göndermiş ise özel okul ücreti hariç hemen hemen yaklaşık bir bedel öder. Bunlara devlet okulunda (çoğunluk özel okullarda) ekstra olarak ücret alınan dil, müzik, spor, bale, dans, satranç, yüzme kursları dâhil değildir (zaten bu kurslar birçok yörede uzman yetersizliğinden verilecek durumda da değildir).
Devletin yetersizliğini gören birileri, fakir çocukları evlerinde ya da otobüs terminallerinde yakalayarak, onlara yurt, aş ve en iyi kalitede okuma olanağı sağlayıp, çarpık dünya düzenlerini aşılama fırsatını yakalıyorlar. Son günlerde Türkiye’yi hatta dünyayı tehdit eden FETO örgütü böyle kuruldu. FETO şimdilik bu ülkenin deşifre idilmiş terör örgütü; onlarcası cemaat adı altında sinsi sinsi devam ediyor olmalı. Onu bunu sürekli suçlu ilan etmek ve belaların nedeni olarak göstermeyle uzun süre bir yerlere gidemeyiz. Biyolojide bir kural vardır: Boşalan ya da boş bulunan nişi (yeri) birileri doldurur. Türkiye’de bu yeri yıllardır cemaat kökenli okullar ya da eğitimi ticari alan olarak görenler doldurmuştur. Bütün bunların nedeni sosyal devlet yapısını kuramamamızdan kaynaklanıyor. Her belanın altında bu eksiklik yatıyor…
Ana baba dağda danam var demesine ve bu kadar özveriye karşın mutlu değildir ve umutlu da değildir. Bu kadar özverinin bir getirisi ya da ödülü olmalıdır. OECD PISA anketlerinde Türkiye 65 ülkede arasında matematik becerisinde 44’üncü, okumada 42’nci, fende 43’üncü olmuştur. Üniversite girişlerinde Türkçe dili başarı oranı %49 (yani ana dilimizin bile yarısını anlamakta zorlanıyoruz), fen ve matematiği söylemeye dilim varmıyor. Yaklaşık 200.000 kişi üniversite girişinde (4-5 yanlış bir doğruyu götürdüğü için) sıfırın altında alıyor. Yani hiç eğitilmemiş olsaydı rastgele (gözü kapalı) yapmış olsaydı sıfır alacaktı. Demek ki bunca eğitim rastgele doğru düşünmeyi bile önleyerek bireyin yanlış bir mantığa saplanmasına neden olmuştur.
Bütün bunların açıklaması her halde şöyle olmalıdır: Bu ülkede okullar ticari amaç için (bunu böyle görmeyen bazı vakıf okullarını ve devlet okullarını tenzih ederim) ya da gençleri meşgul etmek için kurulmuştur.
İşin en ilginç yanı, velilerin çocuklarına eğitimleri için harcadıkları para toplam eğitim masraflarına eklendiğinde OECD ülkeleri arasında eğitime en çok para harcayan ülke Türkiye oluyor; velilerin harcadıkları çıkarıldığında da en az harcayan ülke durumuna düşüyor. Burada sosyal devletin niteliği ve Türkiye eğitiminin acıklı durumu ortaya çıkmış oluyor.
Bu durumda ailelerin amacı puslu ortamda net olarak şöyle görülmektedir: Şu ya da bu şekilde çocuğumu yabancı bir dille eğitim yapan bir okulda ve daha sonra aynı şekildeki bir üniversitede okutup, canını yabancı ülkeye atması için gerekli zemini hazırlamalıyım. Bu ülkeden ümidi kalmayanların acı öyküsü bu olmalı. Doğal olarak –haklı bir şekilde- özel okullar ve vakıf okulları fırsatı kaçırmayıp yabancı dille eğitim yapmayı, daha sonra yabancı ülkelerdeki okullara gönderilebilmenin yollarını açtıklarını söyleyerek cazibelerini artırma yoluna girmiş durumdadırlar.
Yüce Türk Milleti, necip evlatlarını 240 milyon kişinin Türkçe konuştuğu bir dünyada, temel ve milli duyguların kazanıldığı ilk ve orta eğitimde, bir İngiliz gibi düşünmesi, konuşması ve davranması ve sonunda kapağı yabancı bir ülkeye atabilmesi için elindeki tüm olanakları seferber etmiş durumdadır. Bunu bir kurtuluş olarak gören devlete, millete, iş adamına, öğretmene, herkese, şunu söylemek istiyorum: Bu milletin dibinin kazıldığının farkında mısınız? Çocuklarınıza bir değil iki yabancı dil bilgisi kazandırın; ancak farklı bir kültürün bireyi imiş gibi düşünmesine, yorum yapmasına ve milli değerlerine yabancılaşmasına izin vermeyin. Eğitim dili milli dili olmayan bir gençlikten ne bekliyorsunuz? Bir insan en iyi bildiği dilin ve kültürün parçasıdır.
Aslında akılı yönetimler olsa, velilerin çocuklarına başından beri ödedikleri eğitim paralarını değerlendirerek Avrupa’nın çok daha üstünde eğitim kurumları oluşturabilirler. Veliler de devlete artık güvenmedikleri ve beklentileri olmadığı için, özel teşebbüse binlerce lirayı gözlerini kırpmadan akıtmalarına karşın, devlet okullarında bir tuvalet kâğıdı ya da karatahta kalemi almak için istenen birkaç kuruş için yaygarayı koparmaktadırlar. Böylece devlet göz göre göre çocuklarını ticari emtia olarak kirli kapitalizmin kazanma hırsının hizmetine sunmaktadır. Burada belki yanlış anlaşılmasın diye bir açıklama yapmalıyız. Birçok hayırsever insan, bu millete gönül vermiş birçok insan okullar açarak hizmet vermektedirler. Bunları saygıyla anmalıyız. Ancak başında vakıf ibaresi bulunan okullara bakıyorsunuz, ticari olarak açılmış özel okullardan daha büyük ücretlerle çalışıyor. İyi de vakıf okulları para alarak işi yürüten kurumlar değil, bir yerlerden finanse edilerek olanaksız insanların eğitildiği okullar olmalıdır. Doğrusu ben 38 yıllık profesör olarak çocuklarımın birini bile bu vakıf okullarında okutacak güce sahip değilim. İşte Türkiye’nin eğitimle ilgili sosyal devlet yapısı bu görünümdedir.
Bütün bu yanlışlıklar yetmiyormuş gibi, şimdi de ilköğretimden başlamak üzere Arapça eğitime sokuldu (kendi dilinin sadece %49’unu anlayan bir topluma verilen bir hediye olmalı). Diyelim ki İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça dillerini öğretme ile bu milletlerin ulaştığı teknikbilgileri, fen bilimlerini, doğa bilimlerini ülkenize transfer için kullanacaksınız; iyi de Arapça ile tarihin dışında neyi transfer edeceksiniz? Olsa olsa bağnazlığı, gericiliği, terörizmi öğretirsiniz. Son günlerde Arapça konuşan ülkelerde günlük yaşam ile verilen çağdışı fetvaları mı okuyacak bu gençlik? Milli Eğitim Bakanlığımız artık şunu anlamalıdır: Dünyada bir yerlere gelmek istiyorsak, tüm dünya vatandaşlarının ortak olarak öğrenmesi gereken konulara (yaratıcılığı teşvik eden ve evrenin temel yapısını öğrenmeye yönelik bilgilere) ve bütün bunları anlayabilmek için de ana dile ağırlık verilmelidir. Dünya görüşümü yerleştireceğim diye birkaç ülkenin dışında hiçbir işe yaramayacak hatta olumsuz etki bırakacak dogmatik bilgilerle çocuklarımızın ders saatini çalmak bu çocuklara ve geleceğimize ihanettir.
Bu gün uygulanan eğitim modeli ile dünya bilim dünyasında yol almanız zorlaşacaktır; böyle bir model ile geleceğin dogma bataklığına düşen insanların oranını artıracaksınız. Sosyal ve uygar ülke, insanının bir saniyesini bile değerlendiren, onu harcamayan yönetimdir. Sosyal devlet yeteneklilerin elinden tutup olması gereken yerlere tırmandıran devlettir. Sosyal devlet bir yerleri satarak çalışmayanlarının ya da yan gelip yatanlarının karnını doyuran devlet değildir.
Şu anda insanların çok büyük bir kısmı daktiloda, bilgisayarda ve cep telefonunda klavye kullanarak yazı yazıyor. Bunun için de kitap harfi kullanma yazma hızını artırıyor. Elinde kalemle yazan pek kalmadı denebilir. Geçmişte yazı kolaylığı sağlayan el yazısını, Milli eğitim Bakanlığımız ileri görüşlü (!) kararı ile bütün okullarda mecburi hale getirdi. Böylece bir öğrencinin yazdığını diğeri okuyamamaya başladı ve doğal olarak da klavyedeki yazma hızı da düştü.
Uygar bir dünyanın durumuna ulaşmak ve kısa zamanda eğitilmiş bir toplum yaratmak için yola çıkmış ve önemli işler başarmış milli bir eğitim modelimiz vardı: Köy Enstitüleri. Onu da yerli ve yabancı işbirlikçi hainlerle yerle bir ettik .
Eğitim modeli muhtarlarla yapılan toplantılarda ya da cemaatlerle yapılan istişarelerde ortaya konacak bir sistem değildir. Bir eğitim modelini kurma beynin gelişmesinden, işlemesinden, algıların doğasından tutun da yüzlerce parametrenin kesiştiği bir düzendir. Ben yaptım oldu denilen bir sistem değildir. Milli eğitim Bakanlığının son 40 yılda yaptıkları değişikliklere bir bakın, başka ülkelerin bir asırda değil bir çağ boyunca yaptıklarından daha fazladır. Çünkü Milli Eğitim politikası insanın eğitimini onları geliştirmeye yönelik bilimsel bir politika olarak değil, siyasi bir yapılanmanın aracı olarak görüyor.
Büyük millet olarak yola çıkmış bir ulus, köleliğini kendi elleri ve cebindeki parası ile hazırlıyor. Milli benliği zedelenmiş, aşınmış, bir anlamda kişiliksiz bir kuşağın, milletine, ailesine ve ülkesine katkısı olacağını düşünebiliyor musunuz? Bizim dışımızdaki uygarlıkların artı değerlerini almamız için, onların dilini öğrenmemiz, kültürlerini bilmemiz kaçınılmazdır; bunun için her özveriyi de yapmalıyız; ancak çocuklarımızı onlara çevirmenin yolunu da başında kesmeliyiz.
Sonuç olarak sosyal devlet kavramından vazgeçsek de, şu gerçeği örtemiyoruz: Parası ile rezil olan bir millet derseniz kimi gösterirsiniz? Her şeyi paraya tahvil etmeye kalkışmış , eğitimini bile ticari meta haline çevirmiş, gençliğini yem olarak birilerinin önüne atan bir devlettir derim. Bilmem bu devlet size tanıdık geliyor mu?
Ülkemizin ve bizim gibi ülkelerin kaynakları gittikçe daralan dünyada geçici ya da kalıcı olarak ayakta kalabilecekleri sadece birkaç şey vardır. Bunlar:1) Ülkelerinin insan eliyle biriktirilmiş zenginliklerini ya da doğal zenginliklerini parça parça satarak var olan düzenlerini bir süre daha devam ettirmek ya 2) Sürekli borç alarak geleceğini ipotek etmek suretiyle düzeni bir süre daha sürdürmek ya 3) Başka ülkelerin yetişmiş insanlarını ülkesine transfer ederek (Amerika başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi) onların bilgi birikimiyle yollarına devam etmek ya da 4) Elindeki olanakları eğitimde olabildiğince en üst düzeyde kullanarak ülkesinde yaratıcı beyinler yetiştirmek ve onları ülkesinde tutabilmektir. Bu seçeneklerin içinde yenilenebilir ve sürekli olan kuşkusuz 4’cü seçenektir. Bu nedenle eğitim bir ülke için her şeydir. Demokrasiyi anlamada ve uygulamada, savunmada, üretimde, adalette, kültürde, sanatta eğitim esastır. Yoksunluğu, terör, kaos, karmaşa, sürtüşme, çatışma; hukuksuzluk, rüşvet, hırsızlık, arsızlık ve “oy tüccarlığı ile elde edilen oyları milli irade tecellisi hanesine yazarak” demokrasi çarpıtmalarıdır.
Her saniyesinin verimli kullanılması gereken eğitim sürecinde, gençlerinizi dogma ile ya da dünyanın başka yerlerinde geçerli olmayan bilgilerle doldurmayı hedef almış bir eğitim sistemini dayatmış iseniz, gelecekte adı farklı konan kölelikten başka yapacak bir şeyiniz kalmayacaktır. Benden uyarma…
Bir yerlerde bir fıkra okumuştum; ancak şimdi kaynağını anımsamıyorum. Deve güreşinde birinci olan bir deveyi Ankara’ya getirip kurumların önlerinde bir süre gezdirmişler. Herhalde deve kurumlara girip çıkanlara ve yapılan işlere bakmış ve “hayret, buralar ne kadar da bana benziyor” demiş.
Prof. Dr. Ali Demirsoy29.09.2016
Beğen
Yorum Yap
Yorumlar
Mustafa Altıntaş
Yorum yaz...