8 Mart 2017 Çarşamba

Bu yazım, 08.03.2017 günkü Bugün Gazetesi'nde yayımlandı. Akademisyen kıyımının biri, Anayasanın 130 uncu maddesine aykırı olarak, KHK ile yürütülürken, diğer üçü "araştırma görevlilerinin statülerinin ÖYP'dan, lisanüstü öğrenciye dönüştürülmesi", "sözleşmeleri uzatılmayarak, kapı önüne konulanlar" ve üçüncüsü ise, "disiplin terörüne kurban edilenler". Eğitim-Sen, bu akademisyen kıyımına, hem hukuksal alanda karşı çıkarken, işinden edilen üyelerine maddi katkıda bulunmaktadır. Bir yandan üye yitimi nedeni ile gelir kaybına uğrayan Eğitim-Sen, öte yandan işinden ve öğrencisinden yoksun kılınan ve buradan  açlığa mahkum edilenlere yardımda bulunma nedeni ile, mali darboğaza girmiş bulunmaktadır. Dilerim, sorusuz-sualsiz mesleklerinden atılanlara, dost elinizi uzatmakta uzak durmazsınız.


KHK VE DİSİPLİN YOLU İLE AKADEMİSYEN CİNAYETLERİ

“Yararlı Salaklar” tarafından girişilen ve “Allahın lütfu” olarak kutsanan 15 Temmuz kalkışması, yükseköğretim kurumlarında “istenmeyen akademisyenlerin” temizlenmesine dönük olarak da “yararlılığını(!) “ sürdürmekte. Tasfiyenin  hedef kitlesinden ilki, FETÖ  ile ilişkilendirilen ve  Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olarak göreve başlamasından  sonra , başta rektörlük , dekanlık olmak üzere etkin kadrolara yerleştirilen akademisyenler oldu. Fakat bunları, yeterli akademisyen desteği bulmamasına karşın rektörlük sıralamasında, geriden getirerek ilk üç aday arasına yerleştiren YÖK Başkan ve  Genel Kurul üyeleri ile, örneğin öğretim üyelerinin yalnızca yüzde 9 desteğini bulan Gazi Üniversitesi önceki rektörünü, atayan  Gül’e hiç kimse soru sormadı, sorumlulukları hiç akla gelmedi. Hele hele doğrudan rektör önerisi ve YÖK Genel Kurulu tarafından atanan ve sonradan, kurusuna-yaşına bakmaksızın tümünün istifası istenilen dekanlar konusundaki sorumluluk da gözden kaçırıldı.

“Yararlı salakların” yarattığı uygun tasfiye ortamında ikinci hedef kitle “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri imzacıları oldu. Bu alanda da iki yöntem uygulamaya konuldu. YÖK Başkanı Saraç imzası ile başlatılan “cadı avı”, rektörler eliyle, disiplin yönetmeliği aracılığı ile başlatıldı. Ancak, Önce CHP’nin AYM’e başvurusu ve sonrasında da Eğitim-Sen’in Danıştay’a yaptığı başvurular, bu cadı avının yargı duvarına çarpması ile etkisiz kılınması sonucunu doğurdu. “Allahın lütfu” olarak kutsanan 15 Temmuz Kalkışması sonrası girilen OHAL ve KHK üniversitelerdeki tasfiyenin aracı olarak kullanıldı.  1 Mart 2017 tarihine göre, KHK ile ihraç edilen 4811 akademisyenin 312 si imzacı akademisyenlerdi.

Bu arada YÖK, bir emirname çıkararak, ÖYP statüsündeki tüm araştırma görevlilerinin statüsünü, dışarıdan lisansüstü öğrenim görmek isteyenler için kullanılması gereken 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 50/d maddesine dönüştürdü. Böylece üniversitelerde “istenmeyenlerin” yazgısı, üniversite tiranlıklarının eline bırakılmış oldu. Çoğu araştırma görevlisinin bağlantısı, 50/d maddesi gerekçelendirilerek kopartıldı.

KHK ve statü değişikliğinin dışında kalan akademisyenlerin tasfiyesi ise, bu kez yrd.doçentler yada öğretim görevlileri için, “sözleşmelerinin yenilenmemesi” olarak karşımıza çıktı. Bu kadroların, belirli sürelere özgü kullanım konusu olması, üniversite yönetimlerince “altın vuruş” olarak kullanıldı. Şimdiye kadar yaşamına son veren üç akademisyenden ikisi, KHK ile mesleklerinden kopartılanlardandı. Üçüncüsü olan ve Çukurova Üniversitesi akademisyenlerinden Dr. M.Fatih Traş ise, “muhbir bölüm başkanının” kurbanı oldu. Doktorasını tamamladıktan sonra, 50/D’ye göre ilişkisi kesilen Traş’a uzmanlığı alanında verilen ders görevi, fakültesinin bölüm başkanının, Traş’ın bildiri imzacısı olarak “terörist” olarak damgalaması sonrasında, bu kez dersleri ile ilişkisinin kesilmesi üzerine, yaşamına son verdi. Cinayetin işlenme yeri ve faili belli olan bir akademik cinayetin taşları böylece döşenmiş oldu.

Bütün bu tasfiye araçları kullanılırken, öte yandan da “disiplin cezaları” giyotini da akademisyen kıyımının aracı olarak kullanılmaktadır.  9 Aralık 2016’da yürürlüğe giren yeni yasa düzenlemesi sonrasında üniversite yönetimleri, istenmez akademisyenler hakkında uyarıdan kademe ilerlemesinin durdurulmasına yönelik cezaları, birbiri ardına uygulamaya koyanken, kamu hizmetinden çıkartmak istedikleri akademisyenleri ise YÖK-YDK önüne göndermektedirler. Disiplin terörü öyle bir hale gelmiştir ki, bir profesör,33 gün içerisinde 3 ayrı disiplin cezası ile karşı karşıya konulmakta, yine bir yrd.doçent ise, 2016 yılı içinde, aynı uydurma suçlamalarla dört kez disiplin işlemine konu kılınabilmektedir. Disiplin terörünün eriştiği boyut, YÖK-YDK’nu bile isyan eder konuma getirmiş bulunmaktadır.

Disiplin terörünün asıl üzücü yanı, akademisyenlerin kıyımı için öğrencilerin muhbir olarak kullanılması, özendirilmesi ve ödüllendirilmesidir. Tekirdağ, Uludağ ve Çukurova Üniversitesinde öğrenciler, erdemli yurttaşlıktan, muhbir tetikçiye dönüştürülmektedir. Eğer TBMM görev başında ise, bu soruna el atma ve neşter vurma sorumluğunu göstermelidir.

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş

YÖK-YDK Üyesi(Eğitim-Sen Temsilcisi )

1 yorum:

  1. Temmuz 1974'te, İsrail lobisine ters düşmeyi de göze alarak, «Bu suça ortak olmayacağım» bi Ruhi SU dedi (yerine, beyazcama, Hasan Mutlucan çıkartıldı). Saygı duyduğum tek Komünist O'dur.

    YanıtlaSil