BABANA RAHMET
Prof. Dr.
Ali Demirsoy
Ali
Demirsoy’un “Anılar, Öyküler ve
Fıkralarla Anadolu” kitabından bir fıkra alıntısı ile başlamak istiyorum.
Babana
rahmet ne iyi adammış…
Eskiden
hemen hemen her kasabada birkaç metre beze ya da dişlerindeki altın kaplamaya
tamah edip ölü soyan birisi bulunurmuş. Kasabanın birinde yine böyle bir adam
yaşarmış. Kasabalıların tümü akşam sabah “şu
herif ölülerimizi bile rahat bırakmıyor; geberse de kurtulsak“diye bu adama
beddua ederlermiş. Gel zaman git zaman adam ölmüş. Bilindiği gibi eskiden
meslekler bir çeşit kalıtım gibi babadan oğula geçerdi. Bu nedenle genellikle lakaplar
ve daha sonra soyadları, kasapgiller, kuyumcugiller, çobangiller,
ayakkabıcıgiller gibi konmuştur.
Böylece
oğul, babanın kendilerine göre alışılmış, çevreye göre nefret edilen mesleğini
devralır. Kasabanın ölülerini o taciz etmeye başlar.
Kasabada
bir ölü gömülünce ve birkaç gün içinde birileri mezardaki anormalliği fark eder
etmez:
-
“Ey ahali ölümüz yine soyulmuş” diye
bağırır ve halkı mezarlığa toplarmış. Kasaba
halkı çoluk çocuk, kadın erkek, sakat, sağlam, yaşlı genç, canhıraş bir şekilde
mezarlığa koşarak, açılmış mezarın başında toplanır ve duruma göre küfür ve
beddua ile karışık tepkilerini gösterirlermiş. Ancak yeni peydah olan mezar
kazıcı işe başladıktan sonra, kasabalılar yine canhıraş şekilde mezarlığa
koşuyorlarmış; ancak bu sefer, açılmış mezarı ve ölünün üzerindeki birkaç metre
patiskanın çalındığını görünce hep bir ağızdan:
-
Babana rahmet ne iyi adammış da değerini bilememişiz.
Çünkü
yeni türeyen mezar soyucu, ölüleri soyduktan sonra götlerine bir de kazık
çakmaya başlamış[1].
Ben
son yönetimin dış ve iç siyasetini, cumhuriyete bakışını ve dini siyasete
sokuşunu hiç beğenmiyor bir kurtuluş için ışık arıyordum. Benim gibi Atatürk
İlkelerini temel alan cumhuriyet çocukları bunalmıştı. Ne zaman bir araya
gelsek din simsarlığı yapan geçmiş yönetimlerden ve özellikle bugünkü
yönetimden yakınıyorduk. Kötüye gidişi görüyor, yazıyor, uyarıyorduk (en
azından benim bu konuda onlarca yazım var); ancak elimizden bir şey de
gelmiyordu. Çünkü muhataplarımız Nuh diyor Peygamber demiyordu. Diyelim ki
benim gibi dünya görüşü bakımından uyuşmayan bilim adamlarını, yazarları,
düşünürleri dikkate almadınız, iyi de aynı kulvarda koştuğunuz cemaatlerin önde
gelen kişilerinin itiraflarına neden kulak vermediniz?
Yanılmıyorsam
bu yüzyılın ilk yıllarında Ulusal TV’de ekranda bir gün bir adam göründü, alt
yazıda Fetullah Gülen’in sağ kolu ve cemaatin ikinci adamı Nurettin Veren diye
yazıyordu. Adam konuşmaya başladı, iskemlenin üzerinde donmuş kalmıştım.
Söyledikleri yenilir yutulur şeyler değildi. En aptal insanın bile tüylerini
diken diken edecek şeylerdi. İçimden böyle bir aptal ülke, aptal istihbarat,
aptal yönetim, aptal insanlar topluluğu olamaz; bu adamın “olsa olsa” birilerine belli ki garezi var; bu nedenle sayıp
döküyor, sövüyor. Soluk almadan sonuna kadar dinledim; bir süre daha iskemlede
donmuş durumda oturdum. Ancak ülkemizin geleceği açısından bu adamın
anlattıklarının “abartılı ya da yalan
bile olsa” Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu kurumlarca kayda geçmesi ve
bilinmesi gerekeceğini düşünerek uyarı ya da şikâyet babından Emniyet Genel
Müdürlüğüne yazılmasını milli bir görev bildim ve daktilonun başına geçerek
yazmaya başladım. “Emniyet Genel
Müdürlüğü/Ankara” yazmıştım ki eşim başıma dikilerek bana “ne yazıyorsun” diye sordu. Durumu
anlattım, bana: Biz yeni evlendik, şu anda iki küçük çocuğumuz var; başına bir
hal gelirse bunları kim yetiştirecek? Bu yazıyı benim hatırama, ne olur, yazma
dedi. Öyle kaldım…
Eşine
menendine dünya tarihinde rastlanılamayacak, başlangıcı, gelişmesi, serpilmesi,
ilişkileri, amaçları, yöntemleri; yönetimlerle, iş dünyası ve basınla
ilişkileri açısından okullarda okutulacak bir kalkışma yaşadık; kalkışma olsa
da eskilere rahmet okutacak bir çeşit darbe daha yedik. Öbür darbeler içerik
bakımından bu kalkışmanın yanında cücük kalır. Son bir aydır olanları izlerken
ve dinlerken dilimiz damağımız kurudu. Beğenmediğimiz yönetimimize rahmet
okumaya başladık. Baba gidiyor oğul geliyordu. Babaya razı olmuş; ona rahmet
okumaya başlamıştık.
Akıllı
adamlar için her beladan çıkarılacak bir ders vardır. Bu cümleyi yinelemek
istiyorum “akıllı adamlar için”.
Ancak ne dendiğini anlamak için yine de bir akıl gerekiyor. Akıllı adamlar için
15 Temmuz belasından (darbe girişiminden) çıkarılacak ders nedir?
Nasıl
oluyor da en zeki öğrencilerin alındığı, en sıkı Atatürkçülük ve Kemalizm
eğitiminin verildiği, en iyi kalitede temel bilimlerin okutulduğu, her türlü
olanağın sunulduğu, dini eğitimin sınırlı olarak verildiği ya da verilmediği
askeri lise, harbiye ve harp akademilerinden mezun olup yüksek rütbelere ulaşan
subaylar, korumakla yükümlü oldukları bu ülkenin askeri sırlarını, savaş
planlarını, komutanlarının en gizli konuşmalarını kayda alıp ilköğretimi bile
olmayan bir imama ‘abiye’
verdiklerinin akıbetini bile sormadan teslim ediyorlar? Bu, bir kişi değil iki
kişi değil yüzlerce general, albay, binbaşı, yüzbaşı. Hepsine bir servet
harcanmış, fiziki ve zihni gücü bakımından yetenekli, milli duygularla
doldurulduğu düşünülen bu kadar pilot, neden gözünü kırpmadan bu ülkenin en
temel yerlerine bomba yağdırdı? Belli ki iyi organize olsaydılar, binlerce
insanın kellesi bu gün yerinde olmayacak, cumhuriyetin kurumları yerle bir
edilecekti; hem de kimler tarafından “akşam
sabah bu cumhuriyetin ve demokrasinin üzerine yemin eden” bu yetişmiş
insanlar tarafından. Dedik ya beladan ders alma akıl işidir. Demek ki İran’dan
ve Humeyni’den yeterince ders almamışız. Cemaatten medet umanların acıklı
sonlarını yıllarca izledik. Nerede o kafa…
Darbeye
kalkışan bütün bu yetişmiş insanlar, doğru dürüst bir eğitimi olmayan, gücünü
sadece saçma sapan dini söylemlerden alan; tükürüğünü, tırnağını, kirli
çamaşırlarını, bilmem neyinin kıllarını, elbisesini, üzerine tükürdüğü ya da
üflediği bir dolarları kutsal emanet olarak bu yetişmiş insanların koynunda taşıtan
bir meczuptan emir almışlar.
Bu
olayın sosyolojik ve psikolojik analizini hem bu ülkenin, hem İslam
coğrafyasının, hem de dini rehber yapmış ülkelerin geleceği açısından ayrıntılı
bir şekilde yapmamız gerekiyor. Dogmayla bir yere gidemeyeceğimizi Mısır
eşekleri bile öğrendi. Ben kendi açımdan “katılsanız
da katılmasanız da” bir analiz yaptım ve bu güne kadar yazdıklarımın ve
konuştuklarımın doğru olduğuna iyice emin oldum.
Aslında
geçmişimizde önemli sonuçlar çıkarabileceğimiz örnekler bulunmaktadır. Ancak
doğru sandığını yanlış üzerine oturtmuş insanlar bunu beceremiyor. Ben bir
örnek vereyim, darbeyle ilgili olmasın, herkesin basında okuduğu olsun ve
sonuca hukuksal olarak ulaşılamamış (netleşmemiş) olsa bile herkesin duyduğu
örnekler olsun: Cumhurbaşkanlarımızdan İsmet İnönü, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay,
Fahri Korutürk, Ahmet Necdet Sezer; başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in “bildiğim kadarıyla” başlarının secdeye
değdiğini gören ve görüntüleyen olmadı. Bu onların kişisel tercihidir; bir şey
söylemeye “laik bir yönetimde”
hakkımız olamaz. Ancak görev süreleri boyunca hatta daha öncesinde ya da
sonrasında haklarında basında yolsuzluk, rüşvet, devlet parasını zimmetlerine
geçirme, yetkiyi çıkar için kullanma ile ilgili tek bir cümle yazılmadı; yasal
bir girişimde bulunulmadı. Ancak din simsarlığını siyaset aracı olarak gören
bunca üst düzey yöneticisinin, kendisinin, eşinin, çoluğunun çocuğunun zimmet,
rüşvet, yetkiyle çıkar edinme ithamlarının siyaseten aklanmış olsalar bile
hukuken aklanmamış olmalarını ve bu kişilerin dini eğitimi kreşe kadar indirilme
çabalarını “bilim adamlarımızın, din bilginlerinin, namuslu
siyasetçilerin ve tabii ki halkımızın” nasıl karşıladıklarını doğrusu bilmek
isterim. Dünyada da din simsarlarının soygun, rüşvet ve yolsuzlukları, siyaset
tarihinin en çirkin sayfalarını oluşturmaktadır.
Bağımsız
benzer örneklerden ortak bir yargı çıkarmak “namuslu ve akıllı” insanların ortak özelliğidir. Siz bir defa
inanma ile yola çıkıp; merak, kuşku ve gözlemi bir tarafa bırakmış iseniz ve
olaylardan ders ve sonuç çıkaramıyorsanız, her türlü melanetle burun
burunasınız demektir; kalkışma ve terör de bunların yan ürünüdür. İşte bu
nedenlerle bu coğrafyanın geleceğini aydınlık göremiyorum. Dilerim yanılıyorum.
Kafa kesme ile sorunlar
çözülseydi Ortadoğu ve Müslüman ülkeler cennet olurdu. Çözüm, beynin en derin
yerlerine genç yaşta yerleştirilmiş dogmayı söküp atabilmedir. Bu kalkışmanın
en büyük yararı, yöneticilerimizin, uyanıp, gerçeği görerek, acilen makas
değiştirmeleri olacaktır. Umutlu musun diye sorarsanız: İnsanlık tarihinde
dogmasını bırakıp, doğru yolu bulmuş çok az insan ve yönetim bilinmektedir. Bu
yola girmiş olanlar kusurlarına ve akılsızlıklarına her zaman başka bir sorumlu
bulurlar. Sorumlu oldukları ayan beyan olan durumlarda da “kandırıldık” diye işin içinden sıyrılmaya kalkışırlar. Batı
dünyasında bakanların küçük bir olumsuzlukta kendilerini kusurlu sayarak istifa
etmeleri oryantal mantıktan arınmalarından kaynaklanır. Siyasetin bazı
kurumlara girmesinin doğuracağı sakınca anlaşıldı mı? Darbe girişimi bize ders
oldu mu? Bir örnek vererek bu paragrafı bağlayalım: 12 Temmuz 2016 tarihinde
rektörlük seçimleri yapıldı, Atatürk Üniversitesinde adayın biri 366 oy almış;
bir diğeri de 124 oy alarak dördüncü olmuş; kim atandı dersiniz, defalarca
Milli Görüşçü olduğunu açıklayan 124 oy alan kişi. Orduya, üniversiteye,
yargıya siyaseti sokarsanız sonuçları sadece ama sadece sizin çarpık
emellerinize yarar. Üniversite öğretim üyeleri bu aşağılanmaya ne tepki verdi
diye merak etmeyiniz; onlar 1980 yılından bu yana her türlü aşağılanmaya
alıştılar.
Bu
kadar iyi eğitilmiş insanlar nasıl oluyor da eğitimi bile olmayan bir meczubun
“sorgusuz sualsiz” peşine
takılmışlar? Deve değiller ki eşeğin peşinden gitsinler. Yanlış bir sonuca
varmamak için dünyada benzerlerine bir göz atalım. 1960’lı yıllarda Amerika’da
çocuklarına küçük yaşta katı din eğitimi veren bir tarikatın mensupları, bir
göç nedeniyle kendi içlerinde anlaşamadılar. Hâlbuki ki bu tarikatın ergin
üyelerinin hemen hepsi en iyi yerlerde eğitim görmüşlerdi; ancak çocukluk
çağlarında yoğun bir din eğitimi de almışlardı. Cemaat lideri Tanrıdan buyruk
aldığını ve Tanrının onların ölümünü beklediğini buyurmuş. Ne oldu? 990 kişi
siyanür içerek çoluk çocuk, kadın erkek intihar etti. Tarih, özellikle çocukluk
çağında dini eğitim alanların daha sonra dini liderlerinin emri ile intihar
ettiklerinin, kendi canlarına kıydıklarının, diğer insanları çoluk çocuk
demeden katlettiklerinin, ellerindeki mal varlıklarını, hatta karılarını ve
kızlarını hiç duraksamadan liderlerine bağışladıklarına ilişkin sayısız örnek
vardır. Katolik kilisesinde, Cizvitlerde, Yahudilerin belirli mezheplerinde
akıl almaz örnekler vardır. Osmanlı ve İslam tarihi, mezheplerin, cemaatlerin
isyanları ve katliamları ile yazılmıştır.
Hadi
askerler emir almaya alışmıştır; bu sefer komutandan değil de dini liderinden
buyruk almışlardır diyelim. İyi de bunca rektör, dekan, öğretim üyesi (bu
sonunculara kim ki unvanı verdi ise onların da…), bürokrat, iş adamı,
milyonlarca vatandaş bu meczubun Allah’la konuştuğuna, Mehdi olduğuna,
yıkandığı suyun bile şifalı olduğuna nasıl inandı?
Benim en önemli çıkarsamama
gelince:
Bir
takım soytarı çıkıp “Kemalistler geçmişte baskı yaptığı için bu
cemaatler bu kadar kindar, dindar ve kararlı oldular” diyor. İyi de bu
başkaldırış Kemalist bir yönetime karşı yapılmadı ki; hatta Kemalistleri her
fırsatta aşağılayan bir yönetime karşı yapıldı; 2002 yılından bu yana
cemaatlere kırmızı halı döşeyen bir yönetim iş başındaydı. Bu yönetim İslami
yaşama “demokrasi ve insan hakları
velvelesi ile” adım adım kararlılıkla ve son derece kurnaz bir şekilde
yanaşıyordu. Bir liderimizin dediği gibi “demokrasi bir amaç değil; araçtır; zamanı
geldiğinde bu tranvaydan inilecektir”
taahhüdünü niye unuttuk ki; geminin limana yanaşmasına çok az zaman kalmıştı.
Yönetimin ve cemaatlerin amacı “hem de
dindar ve kindar” bir nesil yetiştirerek İslami bir idare kurmak değil
miydi? Fırsat ayağınıza gelmişken niye tepmeye kalkıştınız? Yüzyıllık
amacınızın gerçekleşmesi için her türlü ortam oluşturulmuştu. Kimin yaptığı
önemli olamazdı; sonuçta amaç şeriat devleti kurmaktı. Niye olmadı?
Ancak
dincilerin derdi hiçbir zaman dini, akılcı bir yola sokup, insanları doğru
düşünüp yorumlamaya yönelik olmadı, hiçbir devirde de olmadı. Onların derdi küçük
çocukları ağlarına düşürüp beyinlerini formatlayarak kendi melanetlerine yandaş
yetiştirmektir. Bu ülkede kim ki dini genç yaşta eğitime sokup, ya da dini
eğitimi olabildiğince genç yaşlara indirme çabası göstermişse bir çıkar hesabı
vardır ve sadece bu ülkenin değil insanlığın düşmanıdır. Dünya genelinde
gördüğünüzü anlamaya çalışın. Kim ki din eğitimini yaygın eğitimden çıkardı ve
dogmayı gençliğinden uzak tuttu ise, bu dünyanın efendisi oldu. Bunu
yapamayanlar ise terörist, darbeci, soyguncu, yalancı, tecavüzcü, hırsız ve
işbirlikçi yetiştirdi.
Genç
yaşta beyinlerin dogma ile doldurulması “kabul
etmeseniz de bunun adı inanmadır” körü körüne itaati, biatı getirir. Kuşku,
sorgulama ve yargılama (bunlar hiçbir dinin kabul edeceği hususlar değildir),
doğru düşünmeyi, doğru akıl yürütmeyi, neden sonuç ilişkisini, duygudaşlığı,
yaratıcılığı ve en önemlisi öğrendiği, duyduğu, gördüğü her şeyi neden sonuç
ilişkisi ile değerlendirebilmesidir.
Din
eğitimi verilen bir yerde akıl yürütme öğretilemez. Genç yaşlardaki din (doğru
verilse öyle olmaz safsatasını bir tarafa bırakın; kendinizi kandırmadan
vazgeçin) eğitimi, doğru düşünmeyi ve akıl yürütmeyi önler. Bu nedenle, kim ki
okullara yoğun din eğitimi sokuyorsa ve bu eğitimi küçük yaşlara çekiyorsa
bilin ki bu ülkeye ihanet içindedir. Yoğun din eğitimi verilip de dünyada
barışı, kardeşliği bilimsel atılımı, huzuru, yalancılığı, dolandırıcılığı,
soysuzluğu önlemiş bir tek örneğiniz var mı? Nasıl oluyor da dünyada din
eğitiminin yoğun verildiği coğrafyalar ile, yobazlık, hırsızlık,
dolandırıcılık; yalanın, kavganın, tecavüzün, her türlü melanetin yoğun olduğu
haritalar üst üste çakışıyor. Kör müsünüz?
Darbeyi
savuşturduk, geleceğimiz aydınlandı diye ben kişisel olarak sevinemiyorum.
Çünkü şu anda yönetimin anlayışı, cemaat tutkusu, din anlayışı ve eğitimdeki
ihanet derecesinde yönlendirmeler başka cemaatlerin ve darbecilerin zeminini
hazırlayacaktır. Bu toplumun çocuklarını, ölçülebilir, sayılabilir,
tartılabilir, tekrarlanabilir bilgilerle formatlayın ve dünyanın her yerinde
geçerli olan bilgiler yükleyin. Çocuklarımıza yazık oluyor. Dünya milletlerinin
bizim bu halimize ve İslam dünyasına nasıl baktığının farkında mısınız?
Bu
kalkışmanın hazırlanması belli ki bugünün işi değil, itirafçıların
söylediklerine bakılırsa, ağızlarından din, Allah, peygamber, kuran sözlerini
eksik etmeyen, kürsülerde din simsarlığı yapan geçmiş tüm siyasiler ve en çok
da ”istediklerini veren; toz kondurmayan”
bu son yönetimdir. Kalkışma için cepheye sürülenler belli ki derslerini
alacaklar. Ancak bu güne kadar sinsi bir şekilde bu aşağılık cemaate çanak
tutanlar ne olacak? Devlet yönetiminde kandırıldık lafı kandırmak için
söylenir. Kişi kandırılabilir; devlet kandırılamaz. Çünkü elinde istihbaratı;
danışacağı insanlar ve haber almak-izlemek için her türlü araç gereç ve yasal
yetkisi vardır. Cemaatin bu meczubuna “artık özledik, seni bekliyoruz; ülkene dön”
diyen siyasi erkân hala sırıtarak ekran ekran geziyor. Belli ki körü körüne
inanma, utanma duygusunu da siliyor…
Ölü
soyucu siyaset ülkemizde her dönemde şu ya da bu şekilde oldu. Lanetledik
geçtik. Şu andaki yönetime destek olma ve rahmet okuma aklımın köşesinden bile
geçmezdi; bunun bir kâbus olduğunu düşünürdüm. Ancak 15 Temmuz darbecilerini
gördükten sonra bu yönetime rahmet okuyorum.
Prof. Dr. Ali Demirsoy
18.08.2006
Değerli Arkadaşım
15 Haziran kalkışmasından
çıkarılan önemli dersler bulunmaktadır. Ancak en önemlisinin anlaşıldığına
ilişkin ciddi kuşkular bulunmaktadır. Yönetimlerin dünya görüşü, katı dogmatik
yönlendirme ve eğitimdeki inadına din operasyonu, çocuklarımızın da gelecekte
bu melanetleri farklı şekillerde yaşayacağını göstermektedir.
[1]
Özel not: Eski politikacılara ve şu andaki yönetime çok kızıyordum; ancak 15
Temmuz kalkışmasından sonra (yaptıkları yardımlar hariç) o kadar kızmıyorum.
Eğer bu darbe başarılı olsaydı, geçmişlere rahmet okutacaklardı. Ancak bu kafa
ve dünya anlayışı bizde olduğu sürece yenilerini üretmeye devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder