19 Ağustos 2016 Cuma

BABANA RAHMET
Prof. Dr. Ali Demirsoy

       Ali Demirsoy’un “Anılar, Öyküler ve Fıkralarla Anadolu” kitabından bir fıkra alıntısı ile başlamak istiyorum.
Babana rahmet ne iyi adammış…
       Eskiden hemen hemen her kasabada birkaç metre beze ya da dişlerindeki altın kaplamaya tamah edip ölü soyan birisi bulunurmuş. Kasabanın birinde yine böyle bir adam yaşarmış. Kasabalıların tümü akşam sabah “şu herif ölülerimizi bile rahat bırakmıyor; geberse de kurtulsak“diye bu adama beddua ederlermiş. Gel zaman git zaman adam ölmüş. Bilindiği gibi eskiden meslekler bir çeşit kalıtım gibi babadan oğula geçerdi. Bu nedenle genellikle lakaplar ve daha sonra soyadları, kasapgiller, kuyumcugiller, çobangiller, ayakkabıcıgiller gibi konmuştur.
       Böylece oğul, babanın kendilerine göre alışılmış, çevreye göre nefret edilen mesleğini devralır. Kasabanın ölülerini o taciz etmeye başlar.
       Kasabada bir ölü gömülünce ve birkaç gün içinde birileri mezardaki anormalliği fark eder etmez:
       - “Ey ahali ölümüz yine soyulmuş” diye bağırır ve halkı mezarlığa toplarmış.    Kasaba halkı çoluk çocuk, kadın erkek, sakat, sağlam, yaşlı genç, canhıraş bir şekilde mezarlığa koşarak, açılmış mezarın başında toplanır ve duruma göre küfür ve beddua ile karışık tepkilerini gösterirlermiş. Ancak yeni peydah olan mezar kazıcı işe başladıktan sonra, kasabalılar yine canhıraş şekilde mezarlığa koşuyorlarmış; ancak bu sefer, açılmış mezarı ve ölünün üzerindeki birkaç metre patiskanın çalındığını görünce hep bir ağızdan:
       - Babana rahmet ne iyi adammış da değerini bilememişiz.
       Çünkü yeni türeyen mezar soyucu, ölüleri soyduktan sonra götlerine bir de kazık çakmaya başlamış[1].
       Ben son yönetimin dış ve iç siyasetini, cumhuriyete bakışını ve dini siyasete sokuşunu hiç beğenmiyor bir kurtuluş için ışık arıyordum. Benim gibi Atatürk İlkelerini temel alan cumhuriyet çocukları bunalmıştı. Ne zaman bir araya gelsek din simsarlığı yapan geçmiş yönetimlerden ve özellikle bugünkü yönetimden yakınıyorduk. Kötüye gidişi görüyor, yazıyor, uyarıyorduk (en azından benim bu konuda onlarca yazım var); ancak elimizden bir şey de gelmiyordu. Çünkü muhataplarımız Nuh diyor Peygamber demiyordu. Diyelim ki benim gibi dünya görüşü bakımından uyuşmayan bilim adamlarını, yazarları, düşünürleri dikkate almadınız, iyi de aynı kulvarda koştuğunuz cemaatlerin önde gelen kişilerinin itiraflarına neden kulak vermediniz?
       Yanılmıyorsam bu yüzyılın ilk yıllarında Ulusal TV’de ekranda bir gün bir adam göründü, alt yazıda Fetullah Gülen’in sağ kolu ve cemaatin ikinci adamı Nurettin Veren diye yazıyordu. Adam konuşmaya başladı, iskemlenin üzerinde donmuş kalmıştım. Söyledikleri yenilir yutulur şeyler değildi. En aptal insanın bile tüylerini diken diken edecek şeylerdi. İçimden böyle bir aptal ülke, aptal istihbarat, aptal yönetim, aptal insanlar topluluğu olamaz; bu adamın “olsa olsa” birilerine belli ki garezi var; bu nedenle sayıp döküyor, sövüyor. Soluk almadan sonuna kadar dinledim; bir süre daha iskemlede donmuş durumda oturdum. Ancak ülkemizin geleceği açısından bu adamın anlattıklarının “abartılı ya da yalan bile olsa” Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu kurumlarca kayda geçmesi ve bilinmesi gerekeceğini düşünerek uyarı ya da şikâyet babından Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılmasını milli bir görev bildim ve daktilonun başına geçerek yazmaya başladım. “Emniyet Genel Müdürlüğü/Ankara” yazmıştım ki eşim başıma dikilerek bana “ne yazıyorsun” diye sordu. Durumu anlattım, bana: Biz yeni evlendik, şu anda iki küçük çocuğumuz var; başına bir hal gelirse bunları kim yetiştirecek? Bu yazıyı benim hatırama, ne olur, yazma dedi. Öyle kaldım…
       Eşine menendine dünya tarihinde rastlanılamayacak, başlangıcı, gelişmesi, serpilmesi, ilişkileri, amaçları, yöntemleri; yönetimlerle, iş dünyası ve basınla ilişkileri açısından okullarda okutulacak bir kalkışma yaşadık; kalkışma olsa da eskilere rahmet okutacak bir çeşit darbe daha yedik. Öbür darbeler içerik bakımından bu kalkışmanın yanında cücük kalır. Son bir aydır olanları izlerken ve dinlerken dilimiz damağımız kurudu. Beğenmediğimiz yönetimimize rahmet okumaya başladık. Baba gidiyor oğul geliyordu. Babaya razı olmuş; ona rahmet okumaya başlamıştık.
       Akıllı adamlar için her beladan çıkarılacak bir ders vardır. Bu cümleyi yinelemek istiyorum “akıllı adamlar için”. Ancak ne dendiğini anlamak için yine de bir akıl gerekiyor. Akıllı adamlar için 15 Temmuz belasından (darbe girişiminden) çıkarılacak ders nedir?
       Nasıl oluyor da en zeki öğrencilerin alındığı, en sıkı Atatürkçülük ve Kemalizm eğitiminin verildiği, en iyi kalitede temel bilimlerin okutulduğu, her türlü olanağın sunulduğu, dini eğitimin sınırlı olarak verildiği ya da verilmediği askeri lise, harbiye ve harp akademilerinden mezun olup yüksek rütbelere ulaşan subaylar, korumakla yükümlü oldukları bu ülkenin askeri sırlarını, savaş planlarını, komutanlarının en gizli konuşmalarını kayda alıp ilköğretimi bile olmayan bir imama ‘abiye’ verdiklerinin akıbetini bile sormadan teslim ediyorlar? Bu, bir kişi değil iki kişi değil yüzlerce general, albay, binbaşı, yüzbaşı. Hepsine bir servet harcanmış, fiziki ve zihni gücü bakımından yetenekli, milli duygularla doldurulduğu düşünülen bu kadar pilot, neden gözünü kırpmadan bu ülkenin en temel yerlerine bomba yağdırdı? Belli ki iyi organize olsaydılar, binlerce insanın kellesi bu gün yerinde olmayacak, cumhuriyetin kurumları yerle bir edilecekti; hem de kimler tarafından “akşam sabah bu cumhuriyetin ve demokrasinin üzerine yemin eden” bu yetişmiş insanlar tarafından. Dedik ya beladan ders alma akıl işidir. Demek ki İran’dan ve Humeyni’den yeterince ders almamışız. Cemaatten medet umanların acıklı sonlarını yıllarca izledik. Nerede o kafa…
       Darbeye kalkışan bütün bu yetişmiş insanlar, doğru dürüst bir eğitimi olmayan, gücünü sadece saçma sapan dini söylemlerden alan; tükürüğünü, tırnağını, kirli çamaşırlarını, bilmem neyinin kıllarını, elbisesini, üzerine tükürdüğü ya da üflediği bir dolarları kutsal emanet olarak bu yetişmiş insanların koynunda taşıtan bir meczuptan emir almışlar.
       Bu olayın sosyolojik ve psikolojik analizini hem bu ülkenin, hem İslam coğrafyasının, hem de dini rehber yapmış ülkelerin geleceği açısından ayrıntılı bir şekilde yapmamız gerekiyor. Dogmayla bir yere gidemeyeceğimizi Mısır eşekleri bile öğrendi. Ben kendi açımdan “katılsanız da katılmasanız da” bir analiz yaptım ve bu güne kadar yazdıklarımın ve konuştuklarımın doğru olduğuna iyice emin oldum.
       Aslında geçmişimizde önemli sonuçlar çıkarabileceğimiz örnekler bulunmaktadır. Ancak doğru sandığını yanlış üzerine oturtmuş insanlar bunu beceremiyor. Ben bir örnek vereyim, darbeyle ilgili olmasın, herkesin basında okuduğu olsun ve sonuca hukuksal olarak ulaşılamamış (netleşmemiş) olsa bile herkesin duyduğu örnekler olsun: Cumhurbaşkanlarımızdan İsmet İnönü, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Ahmet Necdet Sezer; başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in “bildiğim kadarıyla” başlarının secdeye değdiğini gören ve görüntüleyen olmadı. Bu onların kişisel tercihidir; bir şey söylemeye “laik bir yönetimde” hakkımız olamaz. Ancak görev süreleri boyunca hatta daha öncesinde ya da sonrasında haklarında basında yolsuzluk, rüşvet, devlet parasını zimmetlerine geçirme, yetkiyi çıkar için kullanma ile ilgili tek bir cümle yazılmadı; yasal bir girişimde bulunulmadı. Ancak din simsarlığını siyaset aracı olarak gören bunca üst düzey yöneticisinin, kendisinin, eşinin, çoluğunun çocuğunun zimmet, rüşvet, yetkiyle çıkar edinme ithamlarının siyaseten aklanmış olsalar bile hukuken aklanmamış olmalarını ve bu kişilerin dini eğitimi kreşe kadar indirilme çabalarını “bilim adamlarımızın, din bilginlerinin, namuslu siyasetçilerin ve tabii ki halkımızın” nasıl karşıladıklarını doğrusu bilmek isterim. Dünyada da din simsarlarının soygun, rüşvet ve yolsuzlukları, siyaset tarihinin en çirkin sayfalarını oluşturmaktadır.
       Bağımsız benzer örneklerden ortak bir yargı çıkarmak “namuslu ve akıllı” insanların ortak özelliğidir. Siz bir defa inanma ile yola çıkıp; merak, kuşku ve gözlemi bir tarafa bırakmış iseniz ve olaylardan ders ve sonuç çıkaramıyorsanız, her türlü melanetle burun burunasınız demektir; kalkışma ve terör de bunların yan ürünüdür. İşte bu nedenlerle bu coğrafyanın geleceğini aydınlık göremiyorum. Dilerim yanılıyorum.

Kafa kesme ile sorunlar çözülseydi Ortadoğu ve Müslüman ülkeler cennet olurdu. Çözüm, beynin en derin yerlerine genç yaşta yerleştirilmiş dogmayı söküp atabilmedir. Bu kalkışmanın en büyük yararı, yöneticilerimizin, uyanıp, gerçeği görerek, acilen makas değiştirmeleri olacaktır. Umutlu musun diye sorarsanız: İnsanlık tarihinde dogmasını bırakıp, doğru yolu bulmuş çok az insan ve yönetim bilinmektedir. Bu yola girmiş olanlar kusurlarına ve akılsızlıklarına her zaman başka bir sorumlu bulurlar. Sorumlu oldukları ayan beyan olan durumlarda da “kandırıldık” diye işin içinden sıyrılmaya kalkışırlar. Batı dünyasında bakanların küçük bir olumsuzlukta kendilerini kusurlu sayarak istifa etmeleri oryantal mantıktan arınmalarından kaynaklanır. Siyasetin bazı kurumlara girmesinin doğuracağı sakınca anlaşıldı mı? Darbe girişimi bize ders oldu mu? Bir örnek vererek bu paragrafı bağlayalım: 12 Temmuz 2016 tarihinde rektörlük seçimleri yapıldı, Atatürk Üniversitesinde adayın biri 366 oy almış; bir diğeri de 124 oy alarak dördüncü olmuş; kim atandı dersiniz, defalarca Milli Görüşçü olduğunu açıklayan 124 oy alan kişi. Orduya, üniversiteye, yargıya siyaseti sokarsanız sonuçları sadece ama sadece sizin çarpık emellerinize yarar. Üniversite öğretim üyeleri bu aşağılanmaya ne tepki verdi diye merak etmeyiniz; onlar 1980 yılından bu yana her türlü aşağılanmaya alıştılar.
       Bu kadar iyi eğitilmiş insanlar nasıl oluyor da eğitimi bile olmayan bir meczubun “sorgusuz sualsiz” peşine takılmışlar? Deve değiller ki eşeğin peşinden gitsinler. Yanlış bir sonuca varmamak için dünyada benzerlerine bir göz atalım. 1960’lı yıllarda Amerika’da çocuklarına küçük yaşta katı din eğitimi veren bir tarikatın mensupları, bir göç nedeniyle kendi içlerinde anlaşamadılar. Hâlbuki ki bu tarikatın ergin üyelerinin hemen hepsi en iyi yerlerde eğitim görmüşlerdi; ancak çocukluk çağlarında yoğun bir din eğitimi de almışlardı. Cemaat lideri Tanrıdan buyruk aldığını ve Tanrının onların ölümünü beklediğini buyurmuş. Ne oldu? 990 kişi siyanür içerek çoluk çocuk, kadın erkek intihar etti. Tarih, özellikle çocukluk çağında dini eğitim alanların daha sonra dini liderlerinin emri ile intihar ettiklerinin, kendi canlarına kıydıklarının, diğer insanları çoluk çocuk demeden katlettiklerinin, ellerindeki mal varlıklarını, hatta karılarını ve kızlarını hiç duraksamadan liderlerine bağışladıklarına ilişkin sayısız örnek vardır. Katolik kilisesinde, Cizvitlerde, Yahudilerin belirli mezheplerinde akıl almaz örnekler vardır. Osmanlı ve İslam tarihi, mezheplerin, cemaatlerin isyanları ve katliamları ile yazılmıştır.
       Hadi askerler emir almaya alışmıştır; bu sefer komutandan değil de dini liderinden buyruk almışlardır diyelim. İyi de bunca rektör, dekan, öğretim üyesi (bu sonunculara kim ki unvanı verdi ise onların da…), bürokrat, iş adamı, milyonlarca vatandaş bu meczubun Allah’la konuştuğuna, Mehdi olduğuna, yıkandığı suyun bile şifalı olduğuna nasıl inandı?
Benim en önemli çıkarsamama gelince:
       Bir takım soytarı çıkıp “Kemalistler geçmişte baskı yaptığı için bu cemaatler bu kadar kindar, dindar ve kararlı oldular” diyor. İyi de bu başkaldırış Kemalist bir yönetime karşı yapılmadı ki; hatta Kemalistleri her fırsatta aşağılayan bir yönetime karşı yapıldı; 2002 yılından bu yana cemaatlere kırmızı halı döşeyen bir yönetim iş başındaydı. Bu yönetim İslami yaşama “demokrasi ve insan hakları velvelesi ile” adım adım kararlılıkla ve son derece kurnaz bir şekilde yanaşıyordu. Bir liderimizin dediği gibi “demokrasi bir amaç değil; araçtır; zamanı geldiğinde bu tranvaydan inilecektir” taahhüdünü niye unuttuk ki; geminin limana yanaşmasına çok az zaman kalmıştı. Yönetimin ve cemaatlerin amacı “hem de dindar ve kindar” bir nesil yetiştirerek İslami bir idare kurmak değil miydi? Fırsat ayağınıza gelmişken niye tepmeye kalkıştınız? Yüzyıllık amacınızın gerçekleşmesi için her türlü ortam oluşturulmuştu. Kimin yaptığı önemli olamazdı; sonuçta amaç şeriat devleti kurmaktı. Niye olmadı?
       Ancak dincilerin derdi hiçbir zaman dini, akılcı bir yola sokup, insanları doğru düşünüp yorumlamaya yönelik olmadı, hiçbir devirde de olmadı. Onların derdi küçük çocukları ağlarına düşürüp beyinlerini formatlayarak kendi melanetlerine yandaş yetiştirmektir. Bu ülkede kim ki dini genç yaşta eğitime sokup, ya da dini eğitimi olabildiğince genç yaşlara indirme çabası göstermişse bir çıkar hesabı vardır ve sadece bu ülkenin değil insanlığın düşmanıdır. Dünya genelinde gördüğünüzü anlamaya çalışın. Kim ki din eğitimini yaygın eğitimden çıkardı ve dogmayı gençliğinden uzak tuttu ise, bu dünyanın efendisi oldu. Bunu yapamayanlar ise terörist, darbeci, soyguncu, yalancı, tecavüzcü, hırsız ve işbirlikçi yetiştirdi.
       Genç yaşta beyinlerin dogma ile doldurulması “kabul etmeseniz de bunun adı inanmadır” körü körüne itaati, biatı getirir. Kuşku, sorgulama ve yargılama (bunlar hiçbir dinin kabul edeceği hususlar değildir), doğru düşünmeyi, doğru akıl yürütmeyi, neden sonuç ilişkisini, duygudaşlığı, yaratıcılığı ve en önemlisi öğrendiği, duyduğu, gördüğü her şeyi neden sonuç ilişkisi ile değerlendirebilmesidir.
       Din eğitimi verilen bir yerde akıl yürütme öğretilemez. Genç yaşlardaki din (doğru verilse öyle olmaz safsatasını bir tarafa bırakın; kendinizi kandırmadan vazgeçin) eğitimi, doğru düşünmeyi ve akıl yürütmeyi önler. Bu nedenle, kim ki okullara yoğun din eğitimi sokuyorsa ve bu eğitimi küçük yaşlara çekiyorsa bilin ki bu ülkeye ihanet içindedir. Yoğun din eğitimi verilip de dünyada barışı, kardeşliği bilimsel atılımı, huzuru, yalancılığı, dolandırıcılığı, soysuzluğu önlemiş bir tek örneğiniz var mı? Nasıl oluyor da dünyada din eğitiminin yoğun verildiği coğrafyalar ile, yobazlık, hırsızlık, dolandırıcılık; yalanın, kavganın, tecavüzün, her türlü melanetin yoğun olduğu haritalar üst üste çakışıyor. Kör müsünüz?
       Darbeyi savuşturduk, geleceğimiz aydınlandı diye ben kişisel olarak sevinemiyorum. Çünkü şu anda yönetimin anlayışı, cemaat tutkusu, din anlayışı ve eğitimdeki ihanet derecesinde yönlendirmeler başka cemaatlerin ve darbecilerin zeminini hazırlayacaktır. Bu toplumun çocuklarını, ölçülebilir, sayılabilir, tartılabilir, tekrarlanabilir bilgilerle formatlayın ve dünyanın her yerinde geçerli olan bilgiler yükleyin. Çocuklarımıza yazık oluyor. Dünya milletlerinin bizim bu halimize ve İslam dünyasına nasıl baktığının farkında mısınız?
       Bu kalkışmanın hazırlanması belli ki bugünün işi değil, itirafçıların söylediklerine bakılırsa, ağızlarından din, Allah, peygamber, kuran sözlerini eksik etmeyen, kürsülerde din simsarlığı yapan geçmiş tüm siyasiler ve en çok da ”istediklerini veren; toz kondurmayan” bu son yönetimdir. Kalkışma için cepheye sürülenler belli ki derslerini alacaklar. Ancak bu güne kadar sinsi bir şekilde bu aşağılık cemaate çanak tutanlar ne olacak? Devlet yönetiminde kandırıldık lafı kandırmak için söylenir. Kişi kandırılabilir; devlet kandırılamaz. Çünkü elinde istihbaratı; danışacağı insanlar ve haber almak-izlemek için her türlü araç gereç ve yasal yetkisi vardır. Cemaatin bu meczubuna “artık özledik, seni bekliyoruz; ülkene dön” diyen siyasi erkân hala sırıtarak ekran ekran geziyor. Belli ki körü körüne inanma, utanma duygusunu da siliyor…
       Ölü soyucu siyaset ülkemizde her dönemde şu ya da bu şekilde oldu. Lanetledik geçtik. Şu andaki yönetime destek olma ve rahmet okuma aklımın köşesinden bile geçmezdi; bunun bir kâbus olduğunu düşünürdüm. Ancak 15 Temmuz darbecilerini gördükten sonra bu yönetime rahmet okuyorum.
Prof. Dr. Ali Demirsoy
18.08.2006

Değerli Arkadaşım
15 Haziran kalkışmasından çıkarılan önemli dersler bulunmaktadır. Ancak en önemlisinin anlaşıldığına ilişkin ciddi kuşkular bulunmaktadır. Yönetimlerin dünya görüşü, katı dogmatik yönlendirme ve eğitimdeki inadına din operasyonu, çocuklarımızın da gelecekte bu melanetleri farklı şekillerde yaşayacağını göstermektedir.




[1] Özel not: Eski politikacılara ve şu andaki yönetime çok kızıyordum; ancak 15 Temmuz kalkışmasından sonra (yaptıkları yardımlar hariç) o kadar kızmıyorum. Eğer bu darbe başarılı olsaydı, geçmişlere rahmet okutacaklardı. Ancak bu kafa ve dünya anlayışı bizde olduğu sürece yenilerini üretmeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder