15 Ağustos 2016 Pazartesi



Vahşi liberal ekonominin, 1980'den başlayarak uygulamaya konulması ve küresel ekonominin parasal ve finansal kurumların egemenliğine bırakılması sonrasında, dünyanın ve ülkemizin içinde debelendiği gelişmeleri,yaşayarak izlemekte ve etkilenmekteyiz. Bu süreci hızlandırmak ve kurumlaştırmak için dünyanın tüm bölgelerinde gerçekleştirilen darbeler,savaşlar,işgaller, kan ve gözyaşına boğmaların bizi getirdiği nokta, otoriter-totaliter faşist yönetimin, giderek meşruiyet kazanmasıdır. Putinlerin, Trumpların,hatta Erdoğanların giderek toplumsal destek bulmasını bu açıdan yorumlamak mümkün. Çözümün liberal demokrasi yerine, sosyal demokrasi,sosyalizm olduğunu ortaya koyan Yıldızoğlu'nun yazısını paylaşmak istedim.16.08.2016


ERGİN YILDIZOĞLU, Cumhuriyet,15.08.2016

Liberal demokrasi, serbest piyasa küreselleşme dünyasına gözünü açan 1980 sonrası kuşakların genel eğilimi Demokrasi mi dediniz? Teşekkür ederim istemem yönünde şekilleniyor.

‘Demokratik durgunluk’ 

Freedom House’un “Demokrasinin Durumu” raporu (2016), siyasi özgürlüklerin son on yılda küresel çapta gerilediğini savunuyordu. Financial Times’dan GideonRachman’a göre bir “küresel demokratik durgunluk” yaşanıyor. Dün zamanın ruhunu Mandela, Havel, Gorbaçov, Yeltsin temsil ediyormuş. Bugün ise Putin, Erdoğan, Trump gibi isimler var (Financial Times, 08/08/16). 

Dünya Değerler Araştırması’nın 1995- 2014 dönemindeki yıllık bulgularında dayanan bir çalışma (R. Fao & Y. Mounk, Journal of Democracy Temmuz 2016),bugün “Kuzey Amerika ve Avrupa’da demokratik yönetimleri ayakta tutan değerler,1989’da aniden çöken Doğu Avrupa ve SSCB yönetimlerini ayakta tutan değerler kadar kırılganlaşmış” sonucuna ulaşıyor. 1980 sonrasında doğanların arasında demokratik bir düzende yaşamanın önemine inananların oranı, önceki kuşaklara göre hızla düşerken, demokrasinin kötü bir rejim olduğuna inananların sayısı artarak yüzde 30’lara ulaşıyor. 

Aynı dönemde, 1980 sonrası kuşağın içinde demokratik siyasete ilgi azalırken, otoriter liderliklere ve politikalara ilgi artıyor. Bu eğilim, askeri rejimleri de kapsayacak biçimde, en çok da zengin sınıfların gençleri arasında güçleniyor. 

Neden olmasın, dün “serbest piyasa, tarihin sonu, küreselleşme, zamanın ruhunu şekillendiriyordu, temsilcileri ona göreydi, zamanın ruhu bugün büyük ölçüde değişti, temsilcilerinin değişmesi de olağan.

Zamanın ruhu 

Dün zamanın ruhunu şekillendiren süreçler ve varsayımlar, devletlerin toplumsal güvenlik sistemlerini (refah devletiemeklilik güvencesi), çalışanların dayanışma ağlarını (kitlesel sendikalar, sosyal demokrat partiler), büyük üretim kompleksleri etrafında gelişmiş emekçi sınıfın yaşam alanlarını söküyor parçalıyor, metalaştırıyor,“toplum yok, rekabet eden bireyler var, sen de birey olarak kendi güvenliğindensorumlusun, devlete güvenme, kendi kaderini tayin et” diyor, tüm bunları da bireysel özgürlükler ve serbestlik, liberal demokrasi olarak, refah artacak vaadiyle birlikte sunuyordu. 

Bu vaatlerin hepsi çöktü. Birey, ekonomik kriz, iklim krizi, göçmenlik krizi, terörizm korkusu, işsizlik korkusu, hatta büyük güçlerin rekabeti, TV ekranlarından düşmeyen savaş haberleriyle baş başa kaldı. Egemen sınıfların genç kuşakları, sermayenin kazandığı serbestlikleri demokrasinin geriletmesinden korkmaya başlarken, alt sınıfların bireyleri karşılarındaki dev sorunların hiçbirini kendi başlarınaaşamayacaklarını görüyorlar. Bir güvence olarak dini, etnik aidiyetlere sığınmaya çalışırken, bu aidiyetleri bünyesinde birleştirecek güçlü liderler aramaya başlıyorlar. Bu noktada egemen sınıfların korkularıyla, alt sınıflardan korkuları, sağ popülizmdebuluşmaya başlayarak, neoliberalizmden, liberal demokrasiden uzaklaşarak,otoriter-korporatist tercihlere doğru yönelmeye başlıyor. 

Ancak, zamanın ruhu, geleceğin tohumlarını da içinde taşır. Küreselleşme başladığında, bir gün bu noktaya geleceği konusunda uyarıyorduk, çünkü yeni bir küreselleşme dalgasını gündeme getiren yapısal-ekonomik kriz, küreselleşmenin sonunu getirecek tohumları içinde barındırıyordu. 
Bugün zamanın ruhu, geleceğin tohumlarını, salt sağ popülizm, demagog liderler faşizm olarak değil, sol popülizm, “Gezi”, “Tahrir” olayları, “yeni proletarya”yeni örgütlenme biçimleri arayışları olarak da barındırıyor. Birinci eğilimin gerçekleşmesini engellemek için, ikincisine yönelmek, liberal demokrasiyi canlandırma hayallerini de terk etmek gerekiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder