ÖNCESİ VE SONRASINDA 15 TEMMUZ KALKIŞMASI KONUSUNDAKİ DEĞERLENDİRME:
Askeri darbeden söz edenler, nedense askere darbeden hiç söz etmiyorlar. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik 2008 yılından beri gerçekleştirilen darbeler, emperyalizmin Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması projesinin en önemli adımlarından birisidir. Bugün yaşananları bu çerçevede anlamak gerekir.
Askeri darbeden söz edenler, nedense askere darbeden hiç söz etmiyorlar. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik 2008 yılından beri gerçekleştirilen darbeler, emperyalizmin Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması projesinin en önemli adımlarından birisidir. Bugün yaşananları bu çerçevede anlamak gerekir.
Askere yönelik birinci darbeyi Recep Tayyip
Erdoğan ve Fethullah Gülen birlikte gerçekleştirdiler. Kamuoyunda “Ergenekon”,
“Balyoz” ve “Casusluk” olarak bilinen sahte yargı süreçleriyle, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine bağlı TSK
komutanları ve askerleri tutuklandı ve yıllarca hapiste yattılar.
Askere yönelik ikinci darbeyi yine Erdoğan
ve Gülen birlikte gerçekleştirdiler. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Gülen’in
güdümündeki komutanlar kilit noktalara yerleştirildi. Bu süreç Erdoğan’dan önce
başlamış olsa da, AKP döneminde, özellikle 2008-2011 yılları arasında hız
kazandı.
15 TEMMUZ İLE BİRLİKTE ORTAYA ÇIKTI
Askere yönelik üçüncü darbe, 15 Temmuz 2016
darbe girişimiyle gerçekleşti. Bu darbenin kimler ve hangi odaklar tarafından
gerçekleştirildiği hala yargı tarafından araştırılıyor olsa da, darbe
girişiminin arkasında büyük ölçüde Fethullah Gülen’in güdümündeki odakların
olduğu konusunda neredeyse bir görüş birliği oluşmuş durumda. Bu darbe
girişimi, Erdoğan-Gülen arasında sonradan ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucunda
Erdoğan’a karşı gerçekleştirilmiş olsa da, emir-komuta bütünlüğü ve hiyerarşik
zincire aykırı olarak gerçekleşen bu girişim, aynı zamanda TSK’ya yönelik bir
darbedir.
15 Temmuz darbe girişimi, eğer ortaya
atılan iddialar gerçekse, Fethullah Gülen adlı emekli imamın, TSK’yı bile hangi
boyutlarda ele geçirdiğinin göstergesidir. TSK içinde böyle bir örgütlenmenin
var olduğu her zaman tahmin ediliyordu, ancak bu örgütlenmenin hangi boyutlarda
olduğu tam olarak bilinmiyordu. 15 Temmuz ile birlikte bu da ortaya çıktı.
Askere yönelik dördüncü darbe de, ne yazık ki, Erdoğan tarafından dün
gerçekleştirildi. Kanun Hükmünde Kararname ile Genelkurmay Başkanı’nın
yetkileri kısıtlandı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlıkları Milli
Savunma Bakanı’na ve Harp Akademileri, Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde
kurulması öngörülen bir üniversiteye bağlandı; ayrıca askeri liselerin
kapatılması kararı alındı. Ayrıca, Başbakan Binali Yıldırım’ın yaptığı
açıklamaya göre, İmam Hatip mezunları için de Harp Akademileri’nin yolu açıldı!
Bu kararın hem Anayasa’ya hem de Olağanüstü
Hal yasasına aykırı olmasıyla, ayrıca bu kararın TBMM devre dışı
bırakılarak alınmasıyla ilgili hukuksal sorunlar bir yana, TSK’nın iç işleyişi,
birliği, bütünlüğü ve istikrarı açısından doğuracağı sorunlar da açıktır.
Bunların bir kısmı medyada yer aldı, ayrıca Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ
da, dün CNN Türk’te, “Tarafsız Bölge” programında yaptığı açıklamalarda, bu
sorunları çok açık bir biçimde özetledi. Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım,
İlker Başbuğ’un bu açıklamalarına mutlaka kulak vermeli ve bu vahim hatadan en
kısa sürede dönmelidirler.
Bu uygulamaların TSK’yı güçlendirmeyeceği,
aksine daha da zayıflatacağı çok açıktır. Yetkileri kısıtlanmış bir Genelkurmay
Başkanı’nın TSK üzerinde bir otorite kuramayacağı çok açıktır. Bu durumda Milli
Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı arasında yetki ve etki karmaşasının ve
çatışmasının çıkması yüksek olasılıktır. Genelkurmay Başkanı, zaten Başbakan’a
ve Bakanlar Kurulu’na bağlıyken ve ona karşı sorumluyken, Genelkurmay
Başkanlığı’nın idare etmesi ve komuta etmesi gereken Kara, Hava ve Deniz kuvvetleri
komutanlarının ayrı bir makama, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması kadar
anlamsız bir şey olamaz.
KENDİ ELEMANLARINI KENDİLERİ YETİŞTİREMEZ HALE
GELECEKLER
Benzer bir biçimde, Kara, Hava ve Deniz
Kuvvetleri’ne bağlı Harp Akademileri’nin de Milli Savunma Bakanlığı’na
bağlanması, kuvvet komutanlıklarıyla, o komutanlıklar ve ona bağlı birimler
için yetiştirilen askerlerin bağlantısını tamamıyla kopartacaktır. Başka bir
deyişle, Kara, Hava ve Deniz kuvvetleri kendi elemanlarını kendileri yetiştiremez
hale geleceklerdir.
İmam Hatip mezunlarının Harp Akademileri’ne
girmesinin yolunun açılması ise tam bir skandal ve rezalettir. Bu, TSK’nın, AKP
eliyle, İslamcıların ve dincilerin eline geçmesinin yolunu açmaktan başka bir
şey değildir. Bir yandan TSK’dan Fethullah Gülen’in İslamcılarını çıkartıp, öte
yandan TSK’ya Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin İslamcılarını sokmak, sorunun
çözümü olmadığı gibi, Anayasa’ya aykırı olan anti-laik yapılanmanın TSK içine
de çörekleneceğinin ve TSK’nın da kendi içinde bölünmeye devam edeceğinin
habercisidir. AKP iktidara geldikten sonra, İmam Hatip okullarının
sayısını yaklaşık dört kat arttırmıştır. Bu, Türkiye’deki camiilerin imam
gereksinimini karşılamak için değil, eğitim sistemini dincileştirmek için
gerçekleştirilmiş bir hamledir. Bugün İmam Hatip okullarının ve buradan mezun
olanların sayısı, camiilerdeki imam ihtiyacının çok ötesindedir.
Kısacası, tüm bu uygulamalar, bir yandan
TSK’nın siyasallaşması ve AKP’leşmesi sonucuna, bir yandan da, TSK’nın daha
fazla bölünmesine ve parçalanmasına yol açacaktır.
Ayrıca, getirilmeye çalışılan yapı
tamamıyla güvensizlik üzerine kurulu bir yapıdır ve böyle bir yapıyla hiçbir
sivil seçilmiş iktidar, bu kadar büyük bir orduyu yönetemez. Genelkurmay
Başkanı’nın yetkilerini Milli Savunma Bakanı’na bağlamak Genelkurmay Başkanı’na
bir güvensizliğin, Harp Akademileri’ni de Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak,
Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlarına yönelik bir güvensizliğin
göstergeleridir. Bir ülkenin ulusal ve uluslararası güvenliğini sağlamak
konusunda bu kadar kilit öneme sahip bir kuruma yönelik böylesine büyük bir
güvensizlik, o ülkenin sonunu hazırlamaktan başka bir işe yaramaz.
15 Temmuz darbe girişiminde, Genelkurmay
Başkanı ile Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları halk tarafından seçilmiş
olan hükümete sahip çıktıkları ve darbeye karşı koydukları halde, hatta
darbenin mağduru oldukları halde, şimdi Erdoğan ve AKP tarafından güvenilmez
kişilermiş gibi muamele görüyorlar. Üstelik sadece onların şahsı değil,
kurumun ve makamın kendisi de güvenilmez bir kurum ve makam muamelesi görüyor.
Erdoğan’nın ve AKP’nin şu anda yapması
gereken, TSK içindeki Fethullah Gülen örgütlenmesini ortadan kaldırmaktır.
Kurumun içindeki makamların yetkilerini ortadan kaldırmak ve TSK’yı daha da zayıf
hale düşürmek değildir.
15 Temmuz darbe girişimi, Genelkurmay
Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Deniz Kuvvetleri
Komutanı’nın bir girişimi olmadığı halde, hatta onlar darbenin mağduru
oldukları halde, onlara bağlı emir-komuta zinciri ihlal edildiği halde,
yetkileri kısıtlanan onlar oluyor! Bu nasıl bir mantık?! Bu nasıl orantısız bir
tepki ve önlem?!
BAŞBUĞ’DAN ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR
TSK içindeki Fethullah Gülen
örgütlenmesinin nasıl gerçekleştiğini İlker Başbuğ dün açıkladı. “Önce bu
teşhisi koymak, ondan sonra ona göre tedavi yöntemi uygulamak gerekir” dedi.
İlker Başbuğ özetle şunların üzerinde durdu:
1) TSK içinde Personel Alımı, Adli Müşavirlik ve İstihbarat birimlerinin
Fethullah Gülen cemaatinden temizlenmesi gerekir. Çünkü TSK içinde genel bir
temizlik yapılabilmesi için öncelikle buraların temizlenmesi lazım. TSK içinde
bu denetimi yapmak ve kimin kim olduğunu araştırmak ve belirlemek yetkisine
sahip birimler bunlardır.
2) MİT’in, MİT ile TSK arasındaki bağlantının geliştirilmesi doğrultusunda
yeniden yapılandırılması, MİT’in sadece sivil yöneticilerden oluşmaması, ayrıca
MİT’in de Fethullah Gülen cemaatinden temizlenmesi gerekir. Çünkü askerlerin
TSK dışındaki hareketlerini ancak MİT takip edebilir. TSK istihbarat birimlerinin
bu konuda bir yetkisi yoktur.
Bu bağlamda, İlker Başbuğ çok önemli bir
bilgi de verdi ve kendisinin Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde, TSK’dan atılan
askerlerin MİT tarafından kendilerine iletilen raporlara dayandırılarak
atıldığını ve Fethullah Gülen cemaatine üye olan TSK üyeleriyle ilgili
kendilerine MİT tarafından hiçbir raporun iletilmediğini açıkladı. Başbuğ,
MİT’ten sürekli, Gülen’e rakip olan “Kurdoğlu cemaatiyle” ilgili raporların
geldiğini bildirdi.
Başbuğ’un bu sözlerinden çıkan sonuç şudur:
Sadece TSK içinde değil, MİT içinde de ciddi bir Fethullah Gülen örgütlenmesi
mevcuttur.
Yapılması gereken bunlarken, TSK’nın
yıllardır Fethullah Gülen ile Recep Tayyip Erdoğan arasında bir şamar oğlanına
dönmüş olması ve sürekli darbe yemesi kabul edilebilir bir şey değildir.
TSK’nın iç yapısı, birliği ve bütünlüğü ters yüz edilerek, Fethullah Gülen’e
karşı mücadele verilemez, ayrıca TSK’yı zayıflatmak isteyen emperyalizmin eline
de altın tepsi içinde bir koz verilir. Fethullah Gülen’in ve Recep Tayyip
Erdoğan’ın din fetişizmi ve din takıntısı, yani laiklik ilkesini benimsemiş
dindarlığın yerini, laiklik karşıtı İslamcılığın ve dinciliğin almış olması,
Türkiye’yi bir felakete sürüklemeye devam etmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Avrupa Birliği’nin,
bağımsız, uygar ve laik bir Türkiye için mücadele veren Mustafa Kemal
Atatürk’ün değerini anlamadığı ve/veya anlamak istemediği kesin. Bu onların
utancı ve ayıbıdır. Ama, başta iktidar partisi AKP olmak üzere, Türkiye
içindeki siyasi partiler de Atatürk’ün değerini anlamamakta ısrar ederlerse ve
eski hastalıklarını sürdürmeye devam ederlerse, Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü
yılını bile kutlayamaz hale gelir.
Örsan K. Öymen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder