Prof.Dr.Mustafa
Altıntaş
YÖK-Yüksek Disiplin
Kurulu Üyesi
(Eğitim-Sen
Temsilcisi)
KAPIKULU KÜLTÜRÜ
VE YÖK
Birgün Gazetesi’nde
13 Şubat 2017’de Yayımlanan Yazım
Türkiye’nin
rejimini, ulusal egemenliğin kullanımını, denge ve denetim organlarından
kopartıp, tek kişiye teslim eden Anayasa değişiklik önerisinin halk oylaması
öncesini yaşamaktayız. Böyle bir yaşamsal konuda kendi varlığını yadsıyan
kurumların başında üniversite ve sayıları 162’ye varan hukuk fakülteleri oldu.
Kendi hak ve hukuklarının elinden alınmasına bile “koyun sessizliğine” düşenlerden,
rejim değişikliği önerisine ses çıkarmasını beklemek, düş kurmakla eşdeğerlilik
taşımakta. Bu gerçek, üniversite tabelalı kurumların, hiçbir işe yaramayan
diploma dağıtan kurumlar olduğunun kanıtını oluşturmaktadır. KHK’lerden ilki,
rektör atamasında, aday adaylarını belirleme olanağının, külliyeye çağrılan
üniversite seçkinlerinin(!) alkışları eşliğinde alınması oldu. Koyunların
sessizliğine bürünenlerin ikincisi ise, KHK ile yönetsel ve mali özerklikleri
ellerinden alınan Özel-Vakıf Üniversiteleri oldu. Konu edineceğim “koyunların
sessizliği ve hatta ihaneti” ise, YÖK ve üniversite organlarının yetkileri ile
öğretim elemanlarının Anayasal görev güvencesinin ortadan kaldırılmasında
sergilenmiştir.
“Yararlı
Salaklar”tarafından girişilen ve başarısızlığa baştan mahkum olması
nedeniyle “Allahın lütfu” olarak kutsanan, 15 Temmuz 2016
Kalkışmasından sonra başlayan ve süren OHAL sürecinde, KHK, mesleklerinden
kopartılan akademisyen sayısı 5.000’e erişmektedir. Bu KHK’in en sonu olan 8
Şubat 2017 günlü, 686 sayılı KHK ile
ihraç edilen 4.464 kamu görevlisinden 330’u akademisyen olup, içlerinden 167 si
“bu suça ortak olmayacağız”
bildirisinin imzacılarıdır.
Bildirinin üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti. Görünen o
ki, bir anlamda yöneticiler hakkında suç bildirimi anlamı taşıyan metne yönelik
kin ve öç alma duyguları dinmiş değil. Bildirinin
yayımlanmasından hemen sonra, Cumhurbaşkanı, 11 Ocak 2016 günlü 8. Büyükelçiler
Konferansı’nda, savcı ve yargıç cübbesini giyerek imzacı akademisyenleri “aydın müsveddeleri, karanlık ve cahil
ihanetçiler vb.” olarak suçlayarak, “haddelerini
bildirme çağrısında” bulunmuştu.
Bu çağrıya en önde koşan YÖK Başkanı,
buyruğun hemen sonrasında,13.01.2016’da 61 sayılı bir emirname yayımlayarak,
yükseköğretim kurumlarında bildiriye imza atanlar hakkında “cadı avına başlanması”nı emretti. Bu yarışta, YÖK Başkanının ve hatta
Rektörlerin gerisinde kalan Başbakan Davutoğlu
da,16 Şubat 2016’da 2014/4 sayılı bir genelge yayımlayarak, isimlerini
belirtmediği terör örgütleri yada legal görünüm altında illegal faaliyet
yürüten yapılarla ilintili olan kamuda çalışanlar hakkında hem idari ve hem de
adli işlem başlatılması borusunu çaldı. Görüldüğü gibi ortada ne “yararlı
salakların kalkışması”, ne OHAL ve ne de “temizlik
silahı” olarak kullanıma sokulacak olan KHK vardı bu tarihlerde.
Birbirini izleyen bu buyruk ve hücum
boruları karşısında “hazırolda” duran
rektörler, hemen cadı avına başladılar ve imzacı barışçı akademisyenler hakkında
disiplin soruşturmasına giriştiler. Kapıkulu rektörlerden çoğu okur-yazar
olmamak,yada anladığını bile anlayamama nedeni ile olacak, bildiri imzalamayı “ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların
huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak; boykot, işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere
katılmak yada bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik
etmek,yardımda bulunmak” olarak tanımlayarak, birbiri peşisıra imzacı
akademisyenler hakkında “Devlet
Memurluğundan Çıkarma Cezası” önerisi ile YÖK Başkanlığına koşuşturdular.Bir
Tanrının kulu da, “yahu barış
bildirisini imzalamakla, kurumların hangi huzur,sükun çalışma düzeni
bozulmuştur”diye sormadı, soramadı. Reis, azledilmesini büyük bir
memnuniyetle ve gülücükle karşılayan başbakan Davutoğlu ve en kalıcı YÖK
üyeliği titrini üzerinde taşıyan YÖK Başkanı Saraç buyurmuş, onlar da bula
bula, bu suçu üretebilmişlerdi. Bilisizlik
de demek ki diploma ile edinilmekte.
Ancak bu “akademisyen kıyımı”nın önü,önce AYM ve sonrasında ise Danıştay
tarafından kesildi. AYM, 1982’den bu yana Anayasaya aykırı olan Disiplin
Yönetmeliğinin(DY) dayanağı olan yasa maddesini iptal etti. YÖK, elinden alınan
disiplin giyotinini kaptırmamak için, önce yasal düzenlemenin yapılmasına
olanak vermek için tanınan 9 aya sığındı. Bu sığınak, Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu kararı ile darmadağın edildi. YÖK’nun disiplin terörünün
sürdürülmesi için icat ettiği (657 + DY) melez uygulaması da, Danıştay 8.
Dairesi tarafından durduruldu.
Böylece tüm kıyım silahlarından yoksun
kalan YÖK’nun imdadına,“Yararlı Salaklar
Kalkışması” sonrasında girilen OHAL
ve KHK yetişti. Tüm hukuk kurallarından,
Anayasa ve yasa hükümlerinden kopartılmış olan ülkemizde YÖK’de “Allahın lütfundan” kendi açısından
yararlanarak, barışa çağrı yapan akademisyenlerden kurtulma fırsatçılığına
soyundu.
Oysa ki, YÖK ve rektörler, okur-yazar ve
özsaygı sahibi olsalar, KHK ile akademisyen kıyımına; Anayasanın 130 uncu maddesindeki “üniversite yönetim ve denetim organları ile
öğretim elemanları; YÖK’nun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında
kalan makamlarca her ne surette olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar”
hükmüne sahiplenerek ve OHAL gerekçesi ile barış çağrısı
yapanların bildirisinin bağlantısı olmadığı gerekçesi ile karşı çıkarlar ve
akademisyen kıyımının ortaklığını yapmazlardı.
Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün
üzerinde titremesi ve bunların korunması ve geliştirilmesi uğraşında bulunması gereken
kurumların başında üniversitelerin yer alması gerekir. Böyle bir düş kurmadan
beni alıkoyan YÖK ve yükseköğretim kurum yöneticilerinin kapıkulu kültürünün
ürünü olmaları ve tam bir cehalet bataklığının içinde debelenir olmalarına
tanıklığımdır. Tek bir örnek vereceğim.
Akademisyen kıyımına büyük bir iştahla girişenlerden Düzce Üniversitesi Rektörü
Çakar, buyruğun gereğini yaptığı müjdesini efendilerine duyurmayı bile
beceremiyor. Müjdeyi verirken, üniversitesinin MEB’nın bağlı birimi sandığı“MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA(Yükseköğretim
Kurulu Başkanlığına) adresine gönderiyor. Cehaleti kutsayanın Yükseköğretim
Denetleme Kurulu üyeliğine atandığı günümüzde, rektör sıfatını taşıyanın bu
denli bilisiz olmasına şaşırmamak gerek. Vah ki ne vah!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder