6 Şubat 2017 Pazartesi

BİR NOT VE BİR ANI

Aşağıdaki yazı, ünlü liberal-demokratlarımızdan(!) Hasan Cemal’in kaleminden. Kendisi, siyasal tarihimizde iki “12 Eylül Anayasası” den ilkinden, 1980’inkinden yakınırken, ikincisine(2010 Anayasa halkoylaması) gönüllü olarak “YETMEZ AMA EVET” alkışı tutan ve sözcülüğüne soyunanlardan “tatlı-su demokratları” ndandır. “Yetmez ama evetçi” olmasının getirisini o zamanlar el üstünde tutularak, RTE’nın “ağabey” seslenişi ile ödülünü almakta idi. Kullanım süresi dolan yada bir kez kullanıldıktan sonra, çöp sepetine atılan, örneğin tuvalet kağıdı gibi, bir kenara fırlatıldı. Bu yakınlık ve gönüldaşlık, fazla sürmedi ve HC şu sıralar, RTE’nın önceki kankaları gibi, tarihin çöplüğüne atılmanın çöküntüsünü yaşamakta ve hidayete ermişlik sergilemekte. Günümüz “aldatıldık” deme günleri. RTE da, HC de bu “aldatılanlar kervanında” yer tutanlardan.Dün, Gülen’in, önüne atlastan halılar döşeyen, “ne istediniz de vermedik” diyerek “evetleyen” RTE, nasıl ki, 17-25 Aralık 2013 sonrasında ,onlara karşı koca bir “HAYIR” kartını gösterdi ise, 12 Eylül 2010 Anayasasına “yetmez ama evet” diyen,şimdiler “HAYIR” diyorsa ve ikisi de, geçmişteki “evet”lerini “HAYIR” diye değiştirmişlerse, şimdi de halkımıza düşen görev, özellikle, dün Fetoculara, 12 Eylül 2010 Anayasa halkoylamasına “evet” diyenler, 2017 Anayasasına “HAYIR” diyerek, RTE’ların ve HC’lerin “evetlerinden” pişmanlık çeker konuma düşmemektir.

İki oniki Eylül halkoylamasında kendi konumlandığım yer konusunda da sizlere açıklamada bulunmak isterim. Gerek 12 Eylül 1980 Darbesi Anayasasına ve gerekse “yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını çökerten”, yargıyı “AKP-FETÖ ortak malına” dönüştüren  12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğine “HAYIR” demenin iç huzurunu yaşıyorum ve her iki 12 Eylül’ün suç ortağı konumuna düşmemiş olmanın onuruna,çocuklarıma bırakacağım miras olarak bakıyorum.  Bu iki 12 Eylül’e “evet” demiş olmaktan pişmanlıklarını bugün itiraf edenlerden AKP ve yandaş ile paydaşları, 2017 Anayasa oylamasında yeniden bizlerden “EVET” oyu istemekteler. Ben ve bizler 12 Eylül 1980 Anayasasına  “evet” vermek için baskılandık, 12 Eylül 2010 Anayasası değişikliğine ise, “evet” dememiz için, “bu değişiklik ölülerin bile mezarından kalkarak evet diyecekleri, onaylayacakları kadar makbul, kutsal bir metin” diyerek kandırılmak istendik. Kandıranlar ve kandırılanlar şimdiler her iki 12 Eylül Anayasasına neden “evet” dediklerinin utancını ve pişmanlığını yaşamaktalar. Dünün 12 Eylüllerinin “evetçileri”, “HAYIRcıları” baskılamak için, hayırı “vatan hainliği/kutsal metne karşı çıkma” olarak tanımlıyorlardı. 2017 Anayasa değişikliğini önümüze sürenler ise, hayır diyecekleri, “dün kankalık yaptıkları,çözüm sürecinde “eşbaşkan” konumuna yükselttikleri ve şimdiler”kandırıldık” diyerek, “terörist” ilan ettikleri ile aynı safa düşmekle suçlayarak, korkutmak istemektedirler. Ben ve her iki 12 Eylülde “HAYIR” diyenler, muktedirlere karşı çıkarak,ülkemizin yüzakı olmuş, demokratik,laik ve sosyal hukuk devletinin sahiplerinin varolduğunu kanıtlama onuruna sahip olmuşlardır. Nazım Hikmet Ustanın dediği gibi bizler “vatan hainliğine hala devam edip” 2017’de HAYIRIMIZ ile, başta dünün ve günümüzün evetçileri olmak üzere, tüm halkımızı ve Cumhuriyetin kurumlarını, despotik yönelimden ve fayda getirmeyecek “SON PİŞMANLIKTAN” uzak tutmak amacı ve kararlılığındayız.

Hasan Cemal’den aktardığım anekdota bir anı ile katkıda bulunmak isterim. 12 Eylül 1980’de Adana İTİA Başkanı olarak karşılayan ağabeyim Prof.Dr.Mükremin Altıntaş ve 8 meslektaşı, 25 Aralık 1980 gecesi, 4.Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanının buyruğu ile gözetim altına alınmışlar ve sonra da tutuklanmışlardı. Ben, Ankara İTİA’ne bağlı Muğla Yüksekokul Müdürlüğünü sürdürmekteydim- sonradan,24 Mart 1981’de ben de tutuklanacak ve 1402 sayılı yasa uyarınca yönetim görevinden alınacaktım- . Abim ve meslektaşlarının tutuklanmalarını kamuoyuna duyurmak için o günün basın organlarını, bu arada Milliyet Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı’yı ziyaret ederek, bilgi verdim. Sevgili Tokatlı, haberi doğrulatmak amacı ile Işık Biren Paşa’ya-sanırım eşgüdümleyici bir konumda idi- telefon etti. Işık Biren Paşa tutuklama haberinin doğru olduğunu, ancak bu konuda ayrıntılı bir açıklamanın Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yapılacağını, şimdilik bunun haber konusu kılınmamasını istedi.Sevgili Tokatlı’nın, uyarı sonrası,bu haberi yapamayacaklarını bildirmesi üzerine, Cumhuriyet Gazetesi’ne,Sevgili Uğur Mumcu’ya gittim. Sevgili Mumcu’ya Tokatlı ile yaptığım görüşmeyi, Işık Biren Paşa’nın yanıtını söyledim. Sevgili Mumcu, “biz bunu haber yaparız” dedi ve yaptı. Cumhuriyet Gazetesi, üç gün, 4. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Bölgesinde yasaklandı.Demek isteyeceğim, Anayasa ve değişiklikleri “muktedirleri daha da güçlü kılacak değil, yurttaşın hak  ve özgürlüklerini güçlendirecek metinler olmalıdır. Yurttaşlar olarak, başımız derde düştüğünde sığınmamız gereken kamu kuruluşlarını, örneğin hastane, adliye, güvenlik güçlerini “ “zeval vermesin, eksikliklerini göstermesin” diyerek korurken, öte yandan ise “Allah düşürmesin” diyerek, bu kapıların yurttaş için pek de sığınılacak yerler olmadığını yineleyip dururuz.

2017 Anayasa değişikliği, eğer “evet” ile kabul edilirse, içinde demokratik hak ve özgürlüklerin ve Cumhuriyetin kurumlarının muktedirin insaf ve psikolojik durumuna bağlı kılınacağından,”evetçileri” bile, tıpkı 1980 ve 2010 Oniki Eylüllerinin evetçilerinde gördüğümüz gibi, onları pişman edecek, evetlerinden utanacak görüşünü taşımaktayım. Dün verdiğim “HAYIRLARDAN” pişmanlık duymadım, hep övünç duydum. 2017’de vereceğim “HAYIR” dan da yine pişmanlık duymayıp, kıvanç duyacağım. Dileğim pişmanlık duyacaklar evetçileri de bundan sakınmak ve iyi ki “HAYIR” demişim diyebilmektir.

Esenlik dileklerimle.06.02.2017

“Hasan Cemal- 27.12.2016 :Önüm zifiri karanlık, her şey olabilir: ÖZGÜRLÜKLERİN ÖZÜ KALKIYOR; BÖYLE BİR ANAYASAYLA OTORİTER REJİM KURULABİLİR!

Adı, Seray Şahiner.
Yazar.
Bilal Erdoğan’a ‘üstün zekâlı’ dedi.
Gözaltına alındı.
İşinden oldu, ATV’deki diziden atıldı.
Adı, Şenol Buran.
Cumhuriyet gazetesinin çaycısı.
“Ben o adama, Erdoğan’a çay vermem” dedi.
Sivil polis zabıt tuttu.
Gözaltına alındı, tutuklandı.
KORKU salınıyor.
Tweet attı, tutuklandı.
Yazı yazdı, tutuklandı.
Konuştu, tutuklandı.
Bildiri imzaladı, tutuklandı.
Eleştirdi, tutuklandı.
Malvarlığına el kondu.
Emeklilik hakkı elinden alındı.
Resim yaptı, sergisi basıldı.
Konser verdi, konseri basıldı.
Evet, KORKU salınıyor.
Türkiye zifiri karanlığa sürükleniyor.
Farklı seslerin çıkmadığı, eleştirel seslerin duyulmadığı, iktidara muhalefetin olmadığı, sadece kendi seslerinin duyulduğu bir memleket isteniyor.   Bir başka deyişle:
Hukuk ve özgürlüğün yok edildiği bir korku imparatorluğu...
Bu yolda yürüyor koca ülke.
12 Eylül’ü hatırlıyorum.
1980’lerin askeri darbe dönemi.
Demokrasinin rafa kaldırıldığı, hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı günlerde Türkiye darbe anayasası için referanduma hazırlanıyordu.
Ama bir koşulla:
Kampanyada evet propagandası serbest, hayır propagandası yasaktı.
Cumhuriyet’te genel yayın yönetmeniydim.
İki sevgili, bir divanda el ele, diz dize oturuyorlar.
Erkek:
“Sevgilim, gözlerin ne kadar şey... Yani şey...”
Kız, kocaman gözlerini dikmiş mutlu bir bekleyiş içinde.
Ama ‘şey’ nedir, erkeğin ağzından bir türlü çıkmıyor.
Erkek huzursuz.
Çevresini süzüyor, ayağa kalkıyor, ayak parmaklarının ucuna basa basa sessizce kapıya gidiyor önce, açıp dışarıya bakınıyor.
Sonra pencereden dürbünle sağı solu, havayı kolaçan ediyor telaşla.
Halının, masanın, divanın altına bakarken tedirginlik içinde.
Kız, şaşkınlıkla izliyor erkeği.
Son olarak divanın üzerinde asılı duran tablonun arkasına bakıp kızın yanına oturuyor, ellerini avucuna alıyor ve nihayet ağzındaki baklayı çıkarıyor:
“MAVİ!”
Bir kadınla bir erkek deniz kenarında yürüyüşe çıkmışlar.
Kadın:
“Denize bak! Bugün rengi her zamankinden...”
“Evet, her zamankinden daha ma... Yani ŞEY...”
Kadın:
“Gökyüzünün rengi de ŞEY...”
Erkek:
“Evet, evet ŞEPŞEY...”
1982 yılı sonbaharıydı.

Cumhuriyet’te Behiç Ak’la İsmail Gülgeç bu minval üzere çizip gidiyorlardı.
Bir gün Başyazarımız Nadir Nadi sordu:
“Hasan Cemal, bizim karikatürcüler nedir öyle mavi renge takmışlar, çizip duruyorlar?”
“Vallahi Nadir Bey, ben de bilmiyorum, öğrenip size sorayım.”
Ertesi sabah haber toplantısında, bu MAVİ nerden çıktı diye sorunca, alaylı gülüşmeler arasında ben de gerçeği öğrenmiş oldum.
7 Kasım 1982 günü yapılacak ‘anayasa referandumu’nda kabul oy pusulaları beyaz, retler mavi renkte olacakmış.
Bunu öğrendikten sonra gazetedeki mavi renkli haber ve yorumları yakın takibe aldım.
Henüz mavi  renge yasak yoktu ama, ‘hayır’ın propagandası bir yana, telkin edilmesi bile askeri yönetimce belirlenen suçlar arasında ilan edilmişti.
Bizimkiler de, hayır diyemedikleri için ‘MAVİ’ye gaz veriyorlardı.
Bir gün telefonum çaldı.
Karşımda Birinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Ekrem Dinç.
Boğuk sesi ve benden yavaş konuşmasıyla:
“Anayasa konusunda en küçük bir ima, telkin, telmih yoluyla dahi olsa en ufak bir şey istemiyoruz. Yoksa derhal kapatacağız.”
Ve ekliyor:
“Bir de mavi konusu var. Habire mavi mavi diye çizip duruyorlar. Bundan sonra mavi de olmayacak.”
Böylece, darbe anayasası için yapılacak referandumdan önce basına dönük yasaklar arasına mavi renk de girmiş oldu.
Neyse ki, ‘mavi’nin de yasaklanmasından önce, ‘hayır’ın serbest olduğu kısa süreli propaganda dönemi noktalanırken, Cumhuriyet şu manşetle çıkmıştı:

ÖZGÜRLÜKLERİN ÖZÜ
KALKIYOR;

BÖYLE BİR ANAYASAYLA
OTORİTER REJİM
KURULABİLİR!

Bu satırlarımı, ‘12 Eylül Günlüğü’mün ikinci cildi olan Demokrasi Korkusu isimli kitabımın giriş bölümünden aldım.
34 yıl öncesi.
O zaman askeri darbe vardı, demokrasiden korkuyordu.
O kadar korkuyordu ki, anayasa referandumuna giderken mavi
renge bile yasak koymuştu.
34 yıl sonra bu kez bir sivil darbe yönetimi var, demokrasiden korkan.
O kadar korkuyor ki, “O adama çay vermem” diyen çaycıyı da, o adamın oğluna “Üstün zekâlı!” diyen yazarı da hapse atabiliyor, işinden edebiliyor.
Kısacası:
Önüm zifiri karanlık, her şey olabilir!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder