26 Ocak 2017 Perşembe

Aydınlık ve “HAYIR”lı günler diliyorum.Bugün sizlerle iki yazı paylaşacağım. Bunlardan  ilki,Dr.Selçuk Erez’in. Daha önceden de yazılarını paylaştığım bir yazar ve İstanbul Tabip Odası Başkanı. Okuyup, acı-acı güleceksiniz. Bizimkilerin dış ilişkileri hangi düzeyde götürdüklerini gözlerimizin önüne, güldüren düşünce(mizah) biçemiyle, seriyor.

 İkinci yazı Ayşe Yıldırım’dan. O ise, mahkeme dosyalarından birini,hem de çok önemli birinin sayfalarını bizlere açıyor. “Barış Sürecini”, “Savaş Sürecine” dönüştüren Ceylanpınar’da yataklarında öldürülmüş bulunan iki polis ile ilgili davanın çöküşünü, üç tutuklunun serbest bırakılması kararı ile, suçlamaların düzmece ve muhbir yurttaşın kurgusuna göre biçimlendiğini bizlere gösteriyor. Davanın sonlanması, bu türden cinayetlerin, 1990’larda olduğu gibi “durumdan görev” çıkartanlarca yada görevlendirilenlerce işlendiğini ortaya sererse, polisin ve iddianamesi çöken savcıya düşen görev, muhbir ve gerçek katillerin peşine düşmek olmalıdır. Bu iki genç polisin kanı yerde kalmamalı ve yargı kararı ile, görevlendirenler ve bu yasa dışı görevi yerine getirenler cezalandırılmalıdırlar.
Esenlik dileklerimle. 27.01.2017
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş


Selçuk Erez; ABD’YE DERS OLSUN
Cumhuriyet,26.01.2017

Amerikalılara çok kızmaya başladık:

•“PYD’nin PKK ilişkileri konusunda belge gösterdik” dediğimiz halde ABD “Bizbelge görmedik; PYD terör örgütü değil müttefikimizdir” diyor. Dışişleri Bakanımız soruyor: “ABD ortak olarak bizi mi seçiyor, terör örgütlerini mi?” 

Cumhurbaşkanı, Türkiye’deki muhataplarının hapse atıldığı ve Türkiye’deki gelişmelerin IŞİD’le mücadeleyi olumsuz etkilediğini söyleyen Amerikalı askeri yetkiliye tepki gösteriyor: “Sen kimsin? Darbecilerin yanında yer alıyorsun, zaten darbeci senin ülkende.” 

Cumhurbaşkanımız soruyor: “Ne diyorlar? ‘Türkiye Musul’a girmesin’. Ya nasıl girmeyeyim? Hiç ilgisi olmayanlar gelip giriyor. Neymiş? Bağdat onlara ‘Gel’ demiş. Öyle mi? 15 sene önce Saddam ‘Gel’ mi dedi bunlara?” 

Artık konuşmanın ötesinde ciddi tepki göstermenin sırası gelmiştir. Niçin bu kadar çekimser davranıyoruz? Amerika’ya bu hayranlık neden? Ne yapmışlardır? Hiçbir şey! Amerika’yı Müslümanlar bulmasalardı bugün oralarda hâlâ kırmızı suratlı vahşiler yaşardı. Cumhurbaşkanımız o kıtanın 1178’de dindaşlarımızca keşfedildiğini açıklamamış mıydı? 

Onlar aya bile gitmemişlerdir. Haldun Taner’in “Astronot Niyazi” oyununu izleyenler bilir: Aya ilk ayak basan Türk ne demişti? “Ayı gördüm Allah,Amentübillah!” demişti. Sonra o yıllarda Caddebostan Gazinosu’nda şova çıkan Altan Erbulak da “Amerikalılar aya çıktı” diye saçmalayanların ağızlarının payını vermiş, “O da iş mi? Heybeli’de biz her gece mehtaba çıkardık!” demişti. 

Astronot Niyazi ve Altan Erbulak kadar cesur olmalıyız! 

1. 1945’te solcu Tan gazetesinin basılması ve kırılıp dökülmesinden sonra komünistlikle suçlanmaktan korkan büfecilerimiz kırk yıllık Rus salatasının adını değiştirmiş, bunu Amerikan salatası olarak satmaya başlamışlardı. Bu salatanın adının beklenmedik bir şekilde değiştirilmesinden sonra Rusya kendini bir türlü toparlayamamış, zamanla Berlin Duvarı yıkılmış ve Sovyetler Birliği parçalanıp dağılmıştı. Bu salatayı yeniden özgün adıyla anmaya başlamalıyız. Amerika bu cesur davranış karşısında sarsılacak ve hizaya gelecektir. 

2. Ağdacıların kullandığı, ayrıca kefen yapılan, tuval olarak da kullanılan beze biz neden hâlâ Amerikan bezi diyoruz? 

3. Akvaryum meraklıları bir tür süs balığına hâlâ “Amerikan çikleti balığı” diyorlar. 
Ancak dolarına sümkürdüklerimi asıl sarsacak, Türkle zıtlaşmanın ne demek olduğunu anlatacak altın vuruşumuz, ABD yönetiminin temelini oluşturan başkanlık sisteminden hemen vazgeçtiğimizi açıklamak olacaktır! Böyle davrandığımızda Amerika dağılacak, halkının en az yarısı Trump gibi bir demagogu başa getiren bu sistemi dışladığımız için bizi alkışlayacak, ABD bir daha kendini toparlayamayacaktır.








Ayşe Yıldırım : Ceylanpınar İddianamesi Çöktü. Katil(ler) Kim?
Cumhuriyet,26.01.2017


M. A. nişanlanmıştı. Bir ev kiraladı kendisine. Eşyaları gelmeden önce akrabası L. A. ve arkadaşı Ö. K. ile birlikte evde kaba bir temizlik yaptılar. Ama kısa bir süre sonra iki polisi öldürmekten tutuklandılar. Evi “keşif amaçlı” tutmakla ve karşı dairelerinde kalan iki polis memurunu öldürmekle suçlanıyorlardı. 

Savcıya göre kiraladıkları dairenin arka balkon kısmından “polislerin kaldığı dairenin balkonuna girmiş ve buradan sessizce içeriye sızarak” iki polisi susturucu taktıkları silahlarla öldürmüşlerdi. Ama bunu sadece üçü yapmamıştı. Yanlarında dört kişi daha vardı. Savcılık iddianamesine göre bu yedi kişiden hangisi “bizzat eylemi gerçekleştirdi”, “hangisi gözcülük yaptı” tespit edilememişti. Ama “eylemi iştirak halinde gerçekleştirdikleri sabit”ti. 

Çözüm sürecini bitirdiği söylenen 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da işlenen polis cinayetleriydi sözünü ettiğim. Polis memurları Okan Acar ve Feyyaz Yumuşak yataklarında susturuculu tabancayla öldürülmüş halde bulunmuştu, üstelik kapıları zorlanmamıştı. Karşı kapı komşusu ve arkadaşları bu yüzden gözaltına alınmıştı. Onlarla birlikte olduğu iddia edilen diğer dört kişi ise o akşam akrabalarının taziye ziyaretinden dönerken polislerce durdurulmuş, araçlarındaki haciz meselesi nedeniyle karakola götürülmüştü. Ama karakolda cinayet zanlısı olarak tutuklanmışlardı. 

Aradan geçen 17 ayda bu olaya karışan kimi ihbarcı yakınları, savcılar, hâkimler hatta polisler FETÖ’den tutuklandı. Masum olduklarını ve bir kumpasla karşı karşıya olduklarını söyleyen sanıklara ağır işkenceler uygulandı. Yetmedi, onların avukatı da gözaltına alındı. Tanık polislerin çelişkili ifadeleri ise hiç dikkate alınmadı. Muhalefet partilerinin Meclis’te verdikleri araştırma önergeleri reddedildi ve dosya karanlığa mahkûm edildi. 

Ve bu yıl 12 Ocak’ta Şanlıurfa 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dördüncü duruşmada dava başka bir boyuta taşındı. Daha doğrusu savcının iddianamesi çöktü diyebiliriz. 17 aydır tutuklu bulunan yedi kişiden üçü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu üç kişi, savcının iddiasının temelini oluşturan isimlerdi. 

Çünkü evi keşif için kiralamak, yan balkondan geçerek polislerin evine sızmakla suçlanmışlardı. Onlar tutuksuz yargılanmak üzere bırakılırken diğer dört kişi ise tutuklu yargılanmaya devam edeceklerdi. Çünkü bu dört kişi hakkında cinayetin işlendiği gece ve ertesi gün iki ayrı ihbar yapılmıştı. İki telefon ihbarında da söylenenler neredeyse birbirinin aynıydı: “Vicdanım sızlıyor.” 

Cinayetin işlendiği gece telefon açan Zeki adlı şahıs, çok emindi bu dört kişinin cinayeti işlediğinden. İsimlerini tek tek sayıyordu ve polisin “Nereden biliyorsun” sorusuna “Ben hepsini biliyorum. Benim vicdanım sızladı. Ben bu işi kapatamadım. Bunlar yapmış” diyordu. Ertesi gün telefon açan Ali adlı ihbarcı ise aynı isimleri söylüyor, polisin “Nereden biliyorsun onların yaptığını” sorusuna “Orayı çok karıştırma” yanıtını veriyordu. 

Polis içinse bunlar cinayet için yeterli “deliller” olmalıydı ki o dört isim hâlâ tutuklu. 

İktidarın çözüm sürecini bitiren cinayet olarak adlandırdığı Ceylanpınar’da bugüne kadar birçok soru işareti ortaya çıktı. Ve hiçbiri aydınlatılamadı. En son dosyanın temel taşını oluşturan iddia da çöktü. Ama görünen o ki muktedirler “orayı çok karıştırmak” istemiyor. Onlar için Ceylanpınar tarihe çözüm sürecini bitiren cinayet olarak yazılsın yeter. 


O zaman da bize sormak düşer; son tahliyelerle savcının iddianamesi çöktü. Çözüm sürecinin bitirilmesi için bahane edilen iki polisin katilleri kim(ler)?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder