15 Ocak 2017 Pazar



Sevgili facebook dostlarım,pazarınızın aydınlık ve mutlu geçmesini diliyorum. Değerli meslektaşım ve dostum Doğaperest Prof.Demirsoy'u sizle buluşturmuştum. Şimdiler,Emevi Camisinde namaz kılmaya niyetlenenlerin durdukları yerde dururken,kendi kuzularını övgüledikleri şehitlik ödülünden uzak tutarken, analarının kuzularının ve tek umutlarının cenaze namazlarının birbiri peşinden kılınmasının nedenlerini açıklayan yazısını sizlerle paylaşıyorum. Bu yazı, musalla taşında sahtecilik sergileyerek bir de olmayan haklarımızı helal etme yüzsüzlüğü yerine, onlardan bağışlanmamız gerektiğini bizlere anlatmakta. Yararlanacağınız umudu ile.
EMEVİ CAMİSİNDE CUMA (ASLINDA HALİFELİK) NAMAZI KILACAKTIK, ŞİMDİ AKŞAM SABAH CENAZE NAMAZI KILIYORUZ
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Halep özellikle Şam İslam tarihinde çok önemli yere sahip şehirlerdir. Hz. Muhammed’den sonra çekişmeli ve sürtüşmeli de olsa dört halife devri yaşandı. Ancak Müslümanlığın geniş coğrafyalara kök salması ve siyasileşmesi Şam’da Muaviye’nin kendini halife ilan etmesiyle başlar. Bütün kökten dinlerde görülen yapılanma ve davranış Müslümanlığa Emeviler döneminde girdi. Cihadın ve mal edinmenin kutsandığı; dinin her yönüyle siyasete alet edildiği bir dönem başladı. Bu dünya görüşü, özellikle Sünni idarelerde günümüze kadar yönetimlerde bütün unsurları ile şu ya da bu şekilde devam etti.
Bu tip idarelerde yönetimin akıldışı uygulamalarına da siyasi destek bulunabilmesi için halkın yönlendirilmesi ve aklının çelinmesi gerekirdi. Ancak bunun mescit denen küçük mekânlarda yapamazlardı. Bu nedenle kalabalık halkın görkemli mekânlarda toplanıp, hitabetle, hutbeyle ve bilinen ve bilinmeyen birçok yöntemle güdülmesi gerekiyordu. Böylece görkemli ve etkileyici görünüşe sahip cami yapımı başladı. Aslında bu gütme işini daha önce Hıristiyanlar bulmuş ve çok etkileyici kilise ve katedraller yaparak kendi mensuplarını yüzyıllar boyunca koyun gibi gütmüşlerdi. Onlarca Haçlı Seferi sözüm ona bu mabetlerde başlatılmıştı. Avrupa’yı canından bezdiren ne varsa buralarda tezgâhlanmıştı.
Sonunda önce Suriye’de, daha sonra Mısır ve Endülüs’te ve sonunda Osmanlı’da görkemli cami yapımı başlamıştı. İslamiyet’in çıktığı topraklarda ise bu dönemlerde mescit ve birkaç basit cami vardı. Çünkü buralarda henüz kan alınacak damar oluşmamıştı.
Dini isyanların ve kalkışmaların birçoğu bu camilerde başlatılıyordu. Halkın güdümlenmesi hep buralarda yapıldı, yapılıyor. Avrupa farkına varıp frene bastığı için kilise yapımı sınırlandı. Bugün neredeyse 100 milyon nüfuslu zengin Almanya’da 6.000 küsur kilise varken; 80 milyonluk Türkiye’de bu rakamın 100.000’ini aşkın olması üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir husustur.
Hiçbir yönetim bu denli güçlü bir propaganda aracını elde edemez hem de “Tanrı adına” yapıldığını söyleyerek. Geçmişte bu tip bir devlet yönetiminde en kutsal, güçlü, dokunulmaz, kararları kesin ve tartışılmaz olan bir de makam vardı. Bunun bizdeki adı halifelik, Hıristiyanlıkta papalıktı. Öyle bir makam ki, peygamber adına hatta üstü kapalı olarak Tanrı adına hüküm verebiliyor; yorum getirebiliyordu. Dünya uzun süre böyle bir dönemi kan ve gözyaşı ile yaşadı.Fransa bu nedenle devriminde bir günde 10.000 papazı giyotine gönderildi. Sovyetler devriminde de yaklaşık 70 yıl tapınaklar neredeyse tümüyle kapatıldı.
Son zamanlarda insanlarımız farkında olmadan garip bir şeye de tanık oluyorlar. Din adına terörün ve cinayetlerin her türlüsünü işleyen IŞID caniler çetesi, her girdiği yerde camileri “peygamber döneminde cami yoktu, yapılanlar propaganda ve fitne için yapılmıştır; aslında camiler put devrine dönüştür” gerekçesiyle yıktılar. Hatta İstanbul Müslümanlar tarafından fethedilmemiştir; kendilerinin fethederek oradaki camileri de yıkacaklarını “Hz. Muhammed’in İstanbul’u fethedenlerin kutsanacağı beyanına kendilerinin mazhar olacağını” beyan etmişlerdir.
Halife gibi Emevi camisinde namaz kılmayı hayal edenler, ne yazık ki daha sonraki yıllarda turist olarak gitseler de Yezit zamanındaki camiyi bulamayacaklar. Çünkü "Cephetu'n-Nusrâ = Nusra örgütü", yani "Zafer Cephesi" adını taşıyan, bir ara bizim kankamız olan bir başka teröristörgütEmevî Camisinde karargâh kurup, fitneyi oradan yaymaya başlayınca, çıkan çatışmalarda top ve ağır silahlarla caminin minaresi de dâhilbirçok yeri yıkıldı.
Eskiye özen ve özlem ne yazık ki son 15 yılda tekrar depreşti. Birileri, adına ne derseniz deyin, arkasında bir çeşit halifelik gücü bulunan, tarihsel anlamda peygamber hatta Tanrı adına söz söyleme yetkisini elinde bulunduran bir konum (statü) arayışına başladı. Sanki cihat ruhu coşmuştu; ağızdan çıkan sözü kulaklar duymaz olmuştu. Ülkenin en yetkili yöneticisi Sünni anlayışının merkezi ve doğuş yeri olan Şam’da cuma namazı kılmaya niyetlendiğini meydanlarda bindirilmiş kıtalara büyük coşkuyla haykırmaya başlamıştı. Güdümlenmiş kıtalar bu nutukları çılgınlar gibi alkışlıyorlardı. Arka planda ise cihat müziği eşliğinde, mehteran zil ve davulunu sonuna kadar vuruyordu. Şahlanmıştık…
Ancak uyuyan insanlar diğer insanların uyuduğunu zanneder. Bu insanlar ne yazı ki kürsülerde efelenmenin ödenmesi gereken bir bedeli olduğunu anlayacak durumda olamıyorlar. Kaldı ki bu dünyada düşündüğünüzden daha fazla uyanık insan var. Üstelik de eğitimleri ve tarihsel deneyimleri nedeniyle insan sarrafı olmuşlar. Birçok araştırıcı İngiliz siyasetinin başarısını, ani tepki göstermeyen, sakin, kızmayan, hiddetlenmeyen; ancak gelecek için planlarını usta bir örümcek ağı gibi ören bir anlayışa bağlarlar.
Gelişmiş ve egemen devletlerin tarihsel olarak yerleşmiş bir dünya algılama stratejileri vardır. Buna yerleşik siyasi bellekleri de diyebiliriz. Bunun için olması gereken yere olması gereken kişileri zaman içinde yetiştirirler ve yerleştirirler. Herkes kendi konusunda iyi bir uzmandır. Neyin ne olacağını önceden kestirir ve yönetimi uyarırlar. Bu devletler ayaklar altındaki devletler gibi yaşayarak öğrenmez; önceden tahmin ederler; planlarlar ve önlemlerini alırlar.
Yönetimler değişse bile bu yapı ve kişiler özenle korurlar. Her ne kadar kürsülerde millete dayanma ve güç alma nutukları atılırsa da, bir ülkenin geleceğinin nitelikli adamlarla sonuca ulaşacağını tarihsel gözlemler bize göstermektedir. Bu nedenle her ülkenin meydanlarında tarihlerinde o ülkeye çağ atlatan ya da selamete çıkaran kişilerin heykelleri vardır. Bundan şu sonucu da çıkarabiliriz: Bir ülkenin meydanlarındaki çeşitli insanlara ait heykel sayısı, o ülkenin gelişmişlik düzeyi, insanlığa yapılan katkısı ve o ülkenin nitelikli insan oranı ile ilintilidir. Bu ülkelerde kökleşmiş bir devlet adamı yetiştirme kültürünün olduğunu da görüyoruz. Örneğin hiçbir deneyimi olmayan bir akademisyeni hop diye dışişleri bakanı ya da başbakan yapıp ortalığa salmıyorlar. Bir imamı eğitimden sorumlu yetkili kılmıyorlar (İstanbul’daki okulların %90’nın müdürü imam hatip kökenliymiş).Yakın zamanda, dünyayı etkileyen çeşit çeşit siyasi toplantılarınyapıldığı İsveç’e atanan büyükelçimiz hiçbir dili bilmiyormuş. Dil bilmeyle de sorun çözülmüyor; iyi bir siyaset ve tarih bilginiz olması gerekiyor. Doğrusunu isterseniz son zamanlarda yapılan anayasa tartışmasında her gün televizyonlarda boy gösteren bu konunun profesörlerinin mantığına bakıyorsunuz; yönetimin içinde yer alan bu konunun sözde uzmanlarına bakıyorsunuz, ayakta kaldığımıza göre, herhalde Tanrı bize yardım ediyor olmalı diye düşünüyorsunuz. Her yönetim değişikliğinde devletin belleğini oluşturan kadrosu A’dan Z’ye değişirse, cuma namazı yerine cenaze namazına gidersiniz.
Hem kendimizi hem de ülkemizin genel durumunu net olarak anlayabilmek için bu paragrafta yazılanlara özellikle dikkat etmenizi rica edeceğim. 19 Haziran 1999, HalK TV, Siyaset Meydanı, saat 20.00, yıllar sonra Ergenekon’cu tutuklanacak, evi gece yarısı hunharca aranacak, o dönemin aşağılık yazarları tarafından topa tutulacak, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucusu Prof. Dr. Türkan Saylan bakın ne diyor?
Meclisteki milletvekili sayısı 600’e çıkarılacakmış; 1600’e çıkarılsa ne yazar. Emme basma tulumba gibi elini kaldıran 10.000 milletvekili yüzlerce danışman olacağına, Türkan Saylan gibi geleceği tüm ayrıntısı ile gören ve öneriler getiren tek bir insanınız olsun yeter. Diyelim ki kişiliği nedeniyle yanınızda bulunmasını haz etmiyorsunuz; o zaman fikirlerini dikkate alın. Geriye dönün bir bakın, Türkan Saylan’ın söylediklerin anlamış olsaydınız, bugün FETO’da yaşadıklarımızı yaşamayacaktı. Kulağı sadece çobanın kavalında olan sürünün mezbahadan kurtulma şansı ne yazık ki olmuyor.
Dünyadan haberi olan, bu ülkenin eğitimli ve deneyimli çocukları, bu cuma namazının bin bir desise ile cenaze namazına döneceğini biliyorlardı. Böyle bir coşkuda halkı sükûnete davet edenleri, yöneticilerin ve onların izinden giden kesimlerin, yandaş basınınkorkak, batı işbirlikçisi olarak damgalayacaklarını bile bile yetkilileri uyarmaya çalıştılar. Nafile! Kendini dev aynasında görme tutkusu o kadar coşmuştuki, bu uyarıları sinek vızıltısı kadar bile algılayamadılar ve dolayısıyla da dikkate almadılar.
Meydanlarda histeri krizine tutulmuş gibi “haydi Şam’a cuman namazı kılmaya” diye bağıran topluluklar, ne yazık ki, akşam sabah, haftada 7 gün tekbirle çocuklarını kara topraklara gömmeye başladılar. Çocuk acısını ancak yaşayanlar bilir…
Akılsız başın cezasını, çocukları çeker sözü demek ki boşuna söylenmemiş.
Değerli Kardeşim
Emevi Camisinde namaz kılmaya niyetlenirken, akşam saban cenaze namazı kılmaya başladık. Belli ki bir yerlerde yanlış yaptık; bedelini ödüyoruz. Ders aldık mı? Ona siz karar vereceksiniz.
Emevi camisi (sağda) ve top atışına tutulduktan sonraki hali (solda) (internetten).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder