4 Ocak 2017 Çarşamba

Değerli Facebook Arkadaşlarım,

2017 yılı için iyi ve umut veren dileklerimiz daha ağzımızdan çıkıp,size ulaşmadan, dilimiz tutuldu, donduk kaldık. Yılbaşından bir gün önce, inanca göre kutsal gün olarak algılanan Cuma günü, laik Cumhuriyetin kurumlarından olması gereken ve vergilerimizden oluşan bütçenin en büyük paydaşlarından Diyanet İşleri Başkanlığının, insanımızın çoluk-çocuk,dost-akraba bir masa çevresinde bir araya gelerek,yılbaşı kutlamasını bile haram kıran hutbesi ortada iken, dinbazlarca Nazilli’de Noel Baba giysisini giydirdikleri bir figüranın kafasına tabanca dayanmasına,devletin ve cumhuriyetin olması gereken güvenlik güçleri ile savcılarının, belki de alkışladıkları soytarılık servis edilir, yılbaşını kutlayanların cezalandırılacağına ilişkin paylaşımlar yapılırken, bu türden öldürümlere şaşırmamak gerektiğini söyleyebilir ve beni, bu saflığımdan ötürü kınayabilirsiniz. Türkiye ve halkı, yöneticileri ve kurumları eliyle, büyük bir bilisizlik(cehalet) çukurunun içinde debelenmekte. Bu dinbazlara birazcık tarih,hatta teoloji/din dersi vermeli. Bunları ilkokuldanbaşlayarak,yeniden eğitim sıralarına almalı. Barbaros buna “kendi bokunun içinde boğumlu” demekte. O da, Atatürk Hava Limanında, güvenlik güçlerinin gözetiminde lince uğrayabiliyor.Bunları kınamanın da, ayıplamanın da, bela dilenmenin de yararı olacağı düşüncesinde değilim. Rus Büyükelçisini öldüren polis memurunu,sağ yakalama becerisini gösteremeyen devlet, Raine’de 39 kişiyi öldürüp, yetmişi aşkın insanımızı yaralayan caniyi de, şu ana kadar yakalamış değil.

Sakın ola ki alt- akıl, üst-akıl masallarına, önümüzü kesmek, gelişmemizi önlemek isteyenler masalına inanmayınız. Değerli dostum ve meslektaşım Oğuz Oyan’ın, Türkiye’nin  debelenmekte olduğu çukurun kimler tarafından kazıldığını ve içine  analarının kuzularının cansız bedenlerinin, insanlarımızın atılma nedenini irdeleyen yazısını sizlerle paylaşmak istedim. Yazının bazı yerlerine yaptığım eklemeleri MA olarak işaretledim. Ve MK Atatürk7ün 1923 ile 1933 29 Ekim’deki söylevlerinden son bölümleri ekledim. Yaşamak umut etmek demektir. Umudunuzu yitirmeyin ve 2017’de umudumuzu gerçekleştirebilmek için örgütlü ve birlikte uğraş verelim.

“Oğuz Oyan ; Derinleşen çelişkiler
Nefret tohumlarını bir siyasi iktidar stratejisinin, bir toplumsal mühendislik projesinin parçası olarak topluma uzun süredir ekeceksiniz, toplumu ayrıştıracaksınız, ondan sonra her kitlesel tedhiş eylemini takiben "terör amacına ulaşamayacak, ülkemizi/ toplumumuzu bölemeyecek" nakaratını söyleyeceksiniz.
Derin çelişkilerin başlangıç noktası budur. Devam edelim.
Toplumu din ve mezhepler üzerinden daha önceki zamanların çok ötesinde ayrıştıracaksınız, dindar ve kindar bir gençliğe methiyeler düzeceksiniz, Kabataş kışkırtıcılığıyla "iftira", "suç uydurma" ve "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçlarını işleyeceksiniz, toplumu bir arada tutan bütün sigortalarla oynayacaksınız, ondan sonra "toplumu birbirine düşürmeye çalışan" teröristlere fırsat vermeyeceğiz diyeceksiniz.
Laik temelli Cumhuriyet rejimi yerine din temelli bir rejiminin kurulması için her türlü zorlamayı yapacaksınız, hedefe varmak için egemenliği cemaatlerle paylaşacaksınız, yargı ve polis terörünü kullanarak TSK başta olmak üzere ülke kurumlarına kumpas kuracaksınız, bu kurumların temellerini çürüteceksiniz, beslediğiniz Cemaatin darbe girişimini bile zamanında durduramayacaksınız, ondan sonra "ülkemize yönelik tehditleri ve saldırıları, kaynağında yok etme konusunda kararlıyız" diyeceksiniz. (Peki bu kaynaklar arasında siz de varsanız? Cemaatin bir türlü açığa çıkmayan siyasi ayakları sizin aranızdaysa?).
Anaokulundan ilköğretime, ortaöğretimden yükseköğretime kadar din temelli eğitimi yücelteceksiniz; ortaokul ve liseleri İmam Hatipleştireceksiniz; bu okullarda Cumhuriyet kurucularına, Cumhuriyetin kurucu belge ve ilkelerine, laik yaşam tarzlarına saygının tam tersini aşılayacaksınız; Diyanet İşleri Başkanlığınız yılbaşı kutlamalarını gayri-meşru sayan hutbeler verecek; ondan sonra katilam olunca suçluluk telaşıyla bu saldırının mabetlere yapılanlarla aynı olduğunu, herkesin yaşam tarzına saygının esas olduğunu söyleyecek, hepiniz koro halinde bunu tekrarlayacaksınız.
Polisinizi, askerinizi, savcınızı, yargıcınızı, kamu görevlinizi, Cumhuriyet anayasasının laiklik ve hukuk devleti değerlerine göre yetiştirmeyeceksiniz, hatta bu ilkelerden uzaklaşıp iktidarın ideolojisine yakınlaşanları mülakatlarda, atamalarda kayıracaksınız, kamu yönetiminde liyakatı ve dürüstlüğü tercih nedeni olmaktan çıkaracaksınız, ondan sonra bu kolluk ve yargı güçleriyle cihadist temelli teröre karşı mücadele edeceksiniz.
Suriye'deki rejimi istikrarsızlandırmak ve çökertmek için rejim karşıtlarına her türlü desteği vereceksiniz, dengeler değişip politikanız başarısızlığa uğrayınca “ve üst aklınız olan ABD aradan çekilince M.A.) kendi politikanıza yeni ayarlar vereceksiniz, bunların sonucunda da ülkeyi cihadist terörün hedef ülkesi haline getireceksiniz, ondan sonra da terörü kaynağında yok etmekten söz edeceksiniz.
İçerde Kürt siyasi hareketine (silah bırakmayan askeri kanadını da işin için katarak) tutulmayacak sözler vereceksiniz, bir süre bölge “onların M.A.) hakimiyetini terkedeceksiniz, Suriye'deki rejimin zayıflamasına katkıda bulunarak Kuzey Suriye'de yeni bir Kürt siyasi oluşumunun peydahlanmasını kolaylaştıracaksınız, bu defa da ona karşı bir Fırat Kalkanı operasyonu düzenlemek zorunda kalacaksınız, ondan sonra da bu iki mihraktan doğan ve giderek tırmanan tedhiş eylemlerinin nedenini ararken kendinizi hiç sorgulamayacaksınız.
Her yeni adımda ülkeyi daha fazla dış güçlerin oyun alanı içine sokacaksınız, hayırlı sonuçlar vermeyeceği başından beri çok açık olan, ama 15 Temmuz'da iyice açığa çıkan akıldışı iç ve dış politikalar izleyeceksiniz, bütün bunların ülke içinde oluşan onbinlerce IŞİD, El Nusra, PKK ve Feto militanıyla, bunların milyonlarca sempatizanıyla birleştiğinde ne denli provokasyonlara açık bir zemin oluşturduğunun farkına varamayacaksınız, ondan sonra her tedhiş eyleminden sonra "provokasyon"dan söz edecek, olaylarda sadece "dış akıl" arayacaksınız...
Bütün bunlar zemininde bir de iktidarın tepelerindeki uzun vadeli İslamcı kararlılıklar yanında günlük zikzakların, sabah-akşam tutum değiştirmelerin, bazen şaşırtıcı esneklikteki uyum-ricat süreçlerinin, çeşitli çevrelere verilen sözlerden cayma hızlarının tabanda (özellikle militanlaştırılmış mürit türlerinde) izlenme olanaklarının sınırlı olduğunu eklerseniz, öyle her zaman büyük komplolara, dış güçler göndermelerine pek gerek kalmaksızın, ortalıkta dolaşan binlerce potansiyel mayının her an her yerde karşınıza çıkabileceğini veya o karanlık güçlerce kolayca devşirilebileceğini farkedersiniz.  Peki sorumlular kim?
Bu ülkeyi bir yandan dış dünyaya açık, kapitalizmle bütünleşmiş, neoliberal iktisat politikalarına, yabancı sermaye akımlarına sonuna kadar açık bir çizgide yönetmeye, turizmin önde gelen hedef ülkelerinden biri yapmaya talip olacaksınız, öte yandan Müslüman Kardeşlere, selefi cihatçı akımlara sempati besleyen, ülkesinde laikliği tahrip eden uygulamalara girişen, sermayenin girişim ve mülkiyet haklarını aşındıran bir rolde olacaksınız. (Bu iki tutumun yanyana sürdürülemezliğinin ön provası 20 yıl önce RP'nin "Adil Düzen" programıyla denenmişti).
Daha ötesinde, ülkenin anayasal rejimini tek adamın herşeye müdahil olabildiği "başkancı" bir sistem doğrultusunda değiştirmek isteyeceksiniz, bu dinci otokratik  yapıya geçişe karşı çıkan, Cumhuriyetin hukuki ve kurumsal zemininin son kırıntılarını korumaya çalışan, dış politika dahil olmak üzere bu genel gidişata karşı çıkan herkese terörist muamelesi yapacaksınız, gerçekleri korkmadan söyleyen medyayı susturacak, ve/veya mensuplarını içeriye tıkacaksınız, hukukun askıya alındığı bir OHAL rejiminde anayasal rejim değişimini zorlayacaksınız, Anayasa değişiklik teklifinin gerekçesini bile Cumhuriyetle bitmeyen bir hesaplaşmanın dışa vurumu olarak tasarlayacaksınız, ondan sonra bu toplumu bölmek isteyenlere sözde savaş açıyor olacaksınız.
Bu bir tükeniş tablosudur. Bu kadar derin çelişkileri taşımak mümkün değildir.
Ülkem adına çok yazık. AKP'nin devraldığı Türkiye tablosu belki güllük gülistanlık değildi; ama cihatçıların, tedhişçilerin at oynattığı bir ülke de kesinlikle değildi. Cumhuriyet'in ilk 15 yılı ile AKP'nin 15 yılını kıyaslayınca, yükseliş ve tükeniş eğilimleri tam bir kontrast olarak yüzünüze çarpacaktır.( Bu yüzünüze çarpan benzemezliği, dinbaz kafanıza sokmak, ve var ise vicdanınızda bir öz hesaplaşmaya yardımı olabilir mi diyerek, M.K.Atatürk’ün Cumhuriyetin ilanında,29 Ekim 1922de ve Cumhuriyetin 10.yılında, 29 Ekim 1933deki söylevlerini tamamlarken, ulusuna duyduğu güveni, dünün ve Cumhuriyetin ilk on yılındaki başarısı nedeni ile paylaşmak istediği övüncü ve gelecek ile  ilgili umutlarını anımsatmak isterim :
Arkadaşlar, bu yüksek rejimi(Cumhuriyeti – MA) yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada layık olmak için, pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum. Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır"(29 Ekim 1923)

 
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. 

Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. 

Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır. 

Büyük Türk milleti! 
On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır. 

Türk milleti! 
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene! “
(Ankara, 29 Ekim 1933)


“Geride bırakmakta olduğunuz onbeş yıllık muktedirliğinizden bu coşku ile övünç duyacak ve ulusun, Cumhuriyetin geleceği konusunda bu özgüveni, gözünüzü gözlerimizden kaçırmadan haykırabiliyor musunuz?-MA” 04,01,2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder